01 Nisan, 2009

Şehvar'ın 24. Sayısı

Çıktı:)

Büyük Ölüm / Gökhan Özcan

Endişeyle başlayan kederlere bağlanan çok zor birkaç gün geçirdik. Bütün umutların tükendiğini, Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını kesin olarak kaybettiğimizi öğreninceye kadar millet olarak büyük ruh gelgitleri yaşadık. Ama takdir-i ilâhi böyle tecelli etti, tevekkülle karşılıyor, aramızdan ayrılanlar için dualar ediyoruz.

Her ölüm zordur geride kalanlar için, ama bu ölüm daha bir zor oldu. Bu birkaç gün içinde her kesimden insanın bu yaşananlardan samimi biçimde müteessir olduğunu gözledik. Sevilen bir insan, toplumumuz üzerinden iyi izler bırakmış bir liderdi Muhsin Yazıcıoğlu... Ölümünün ardından yediden yetmişe her insanımızın kedere garkolması biraz da bu yüzden. Siyasi hayatını, çilesini çektiği, bedelini ödediği bir zemin üstünde yükseltmiş, ama en çok düsürtlüğü, mertliği, doğruluğu ile kazanmıştı gönülleri. Oy verenler de seviyordu, takdir ediyordu onu, vermeyenler de... Duruşunu, tavrını, efendiliğini, adamlığını hiç bozmadı. Düz bir çizgide yürüdü, zor zamanlarda da o çizgiden ayrılmadı. Siyasetin bol zikzaklı yollarına hiç sapmadı, eğilip bükülmedi. Bu sebeple her zaman partisinin aldığı oy oranını aşan bir yeri oldu millet nezdinde.

1954 yılında başlayan ve yarım asrı biraz aşarak 55. yılında noktalanan bir hayat... Hemen her günü mücadeleyle geçmiş, muhteviyatı 55 yılı geçecek uzunlukta bir ömür... Bu ömrün hikayesini gazetelerden okuyacak, Muhsin Bey'in nicelikte kısa hayatının ibret dolu ayrıntılarını öğreneceksiniz mutlaka. Ben dolu dolu yaşanmış bu çileli hayatın beni en çok etkileyen, üzen, kahreden bir yanına değinmek istiyorum bu ayrıntıları geçerek. 12 Eylül sonrasında tam 7,5 yılını hapishanede geçirdi Muhsin Bey... 55 yıllık bir ömür için ne kadar büyük bir bedel! Bu yılların yirmili yaşların ikinci yarısını ve otuzlu yaşların başlarını alıp götürdüğünü unutmayalım. Bir insanın büyüme, tekamül etme, olgunlaşma yılları... Bu yılları hücrelerde, işkencelerde, koğuşlarda geçirdi Muhsin Bey! Ne için? Darbeciler öyle istediği için! Bu ülkenin bir nesli böyle telef edilmedi mi? O neslin sembol isimlerinden biri oldu Muhsin Bey! Sonra salıverdiler, bir suçu tespit edilemeden... İdealistleri yargılayan, darbecilere dokunamayan kahır yıllarında oldu bütün bunlar...

Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatı, bugün Ergenekon iddianamelerine burun kıvıranlar için bir ibret dersidir. Bu ülkeyi kendi tapulu malları zannedenlerin oynadıkları çılgın pokerin sokaktaki insana ödettiği acı bedelin hikâyesidir. Muhsin Bey başını dik tutanlardandı, yıkılmadı, bildiği yolda yürüdü. Ama yıkılanlar, yürümeye devam edemeyenler de oldu, hem de pek çok! Yaşanan toplumsal travma ne kadar büyük olursa olsun, Türkiye her seferinde yatağını yeniden buldu ve oradan akmaya devam etti. Ama geride kalanların acısı da bugün hala içimizi yakıyor.

Onur Öymen, "Yazıcıoğlu'nu yıllarca tek kişilik hücrede tutanların şimdi vicdan muhasebesi yapması lazım" diyor Muhsin Bey'in ardından. Onur Öymen'e "vicdan muhasebesi" kavramını hatırlatan bir ölüm büyük ölümdür, buna şüphe yok!

Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarına Allah'tan rahmet, ailesine, BBP camiasına ve milletimize başsağlığı diliyorum. Yenişafak Gazetesi

Namaz ve kötü işler... / Suavi Yazgıç

Sekülerleşmeye bağlı olarak “din” giderek “ten” sınırlarına hapsolan bir “meseleye” dönüşüyor. Buna bağlı olarak dinin günlük hayattaki birçok tezahürü kimi çevrelerce “külfet” kimilerince “tehdit” olarak algılanıyor. Namaz da bunlardan biri. Mesela bir köşe yazarımız Cuma vakti mescidin arkasına taşan müminleri “işgalci” güçler gibi değerlendirmişti yazısında. Öte yandan “sekülerleşme” sürecinin sebep olduğu kafa karışıklığı “namaz”la ilgili kanaatlerimizde de kimi zedelenmelere sebep oluyor. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen “namaz” gündemimizden çıkmış değil. Tam tersine namaza olan ilgi her geçen gün artıyor. Namazı anlatan kitaplar yayınlanıyor, platformlar kuruluyor.

Namaz’ın insanı koruduğu Ankebut Süresi 45. ayette açıklanır. Mealen “Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” Denir bu ayette. Konuyla ilgili bir de Mahmut Toptaş Hoca’nın ilginç bir anekdotu var. 1970’li yıllarda Fransa’ya gitmiş. Orada Fransız bir hanımın soruları üzerine Toptaş Hoca da, o Fransız hanıma Hamidullah Hoca’nın “İslâma Giriş” isimli eserinin Fransızca tercümesini vermiş. O hanım daha sonra Toptaş Hoca’ya gelerek Müslüman olmak istediğini; ancak bunun için bir şartının olduğunu söyler. Fransız bayanın şartı domuz etiyle ilgilidir. “Ben Müslüman olmak istiyorum; ancak domuz etini çok seviyorum. Verdiğiniz kitapta domuz etinin haram olduğu yazılıyor.” Toptaş Hoca da ona cevaben, “Sen Müslüman ol, domuzu sonra halledersin” der. Hanım Müslüman olup namaza başladıktan kısa bir zaman sonra, söz konusu hanım, hocaya “Ben artık domuz yemiyorum, mademki Rabbim emretmiş, ben de artık yemiyorum” demiş. Toptaş Hoca da bu durumu şu sözlerle değerlendirmiş: “Ben biliyordum ki Ankebut 45’te ‘Namaz kötü işlerden alıkoyar’ deniliyor. Ondan dolayı o hanıma ‘Önce sen Müslüman ol, sonra domuzu halledersin’ dedim. Çünkü ya namaz domuzu kovar, ya da domuz namazı kovardı, ikisi asla bir arada durmazdı ve durmadı da.”

Bir hadiste “Dinin direği” olarak tanımlanan namazı en güzel anlatan metinlerimizden biri Mızraklı İlmihal. Mızraklı İlmihali bize hatırlatan ve metnini kütüphanemize kazandıran İsmail Kara’ya olan vefa borcumuzu dile getirdikten sonra gelin sözü yüzyılların damıttığı metne bırakalım: “Ezan-ı Muhammedî okundukta İsrafil aleyhis’s-selâm Sûr’a üfürü(yor) deyü ve abdeste kalkarken kabrimden kalkıyorum deyü, camiye giderken mahşer yerine gidiyorum deyü, Müezzin kamet edip cemaat saf saf olurken, bu insanlar mahşer yerinde yüz yirmi saf olup, seksen safı bizim Peygamberimiz ve kırk safı sâir peygamberlerin ümmetleri olsa gerektir deyü, İmama uyduktan sonra imam Fatha-yı Şerifeyi okurken sağımda Cennet, solumda Cehennem, ensemde Azrail, karşımda Beytullah, önümde kabir, ayağımın altında Sırat, Acaba benim suâlim âsan (kolay) olur mu, ettiğim ibadet ahirette başıma taç ve yanıma yoldaş ve kabrimde çerağ olur mu? Yoksa kabul olmayıp eski bez gibi yüzüme vurulur mu deyü tefekkür etmek gerek.”

Bu tarifin üzerine söz söylemek, sözün güzelliğine hakaret belki de... Gelin biz de susalım ve tefekkür edelim. Milli Gazete

Bakırdan Tırnakları Vardı / A. Ali Ural

-Mancınığı görüyor musun? / - Evet ama hayli uzakta. / - Peki mancınığın başındakini? / - Evet ama kim olduğu anlaşılmıyor. / - Kim olduğunu bırak, ne yaptığını söyle! / - Mancınıkla bir şeyler savuruyor sağa sola. / - Düşmanıyla mı savaşıyor? / - Belki de. Ancak farklı yönlere gönderiyor taşları. Düşmanıyla savaşıyorsa dört yönden kuşatılmış olmalı! / - Taş mı? Nereden biliyorsun mancınıkta taş olduğunu! /- Ne atabilir ki böyle hedef belirlemeden. / - Sevaplarını!


Bakırdan tırnakları vardı. Nedenleri vardı konuşmak için. Bir kimse uzaklaşmaya görsün yanlarından. Taşlar uçuşurdu havada. Aynı yöne doğru, hedefi şaşırmadan. Bir poligondu yeryüzü. İç içe daireler herkesin sırtında. Bu yüzden yüze karşı saklanırdı silahlar. Toprağa değil tebessümlere gömülürdü. Ta ki gözden kaybolana kadar gölgeler. Meydanlar boşalana, cevaplar uzaklaşana kadar. Madem çıktılar savunma menzilinden. Kurun mancınıkları! En ağır kelimeleri yerleştirin içine. Dövün kalelerini dostlarınızın. Onurlarında gedikler açın. Ne kadar yaralarsanız o kadar iyileşeceksiniz. Ne kadar eğdirirseniz başlarını o kadar dik duracak başınız. Ne kadar iyi yüzerseniz derilerini o kadar parlayacak pullarınız. Hem düştüğü yerde kalmayacak sözleriniz. Fırlattığınız kelimelere yeni kelimeler ilave edecek halk. Edecek ki yergi kuleleri yükselsin! Yeni mancınıklar kurulsun aralarında. Yalan beşiklerinde büyütülsün kin. Onur kalesi düşsün. Adı anılmasın sevginin. Fakat anılsın adınız mancınıkların dibinde. Şölenlerle kutlansın, "Ne asil insansınız!".

Bakırdan tırnakları vardı. Gelmeyen bir davetli için, "Ağır bir kimsedir!" dedi. Dedi ve kalktı sofrasından erenler. Yazının tam burasında, yeryüzündeki tüm mancınıklar konuşmaya kulak kesildi:
- Neden terk ettin ziyafeti ey İbrahim Edhem! / - Bir konuk yüzünden! / - Adı ne bu konuğun! / - Gıybet! / - Pek tanıdık bir isim değil. / - Uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak... / - Böyle mi tanımlıyor sözlükler. / - Kelime anlamı bu. / - Başka anlamı da mı var! / - Çekiştirme, yerme, kötüleme. Hoşlanmayacağı şekilde anma insanı. / - Ya gerçekse söylenenler! Ya ağıra satıyorsa davetli kendini! / - Ah, duymadınız mı Hz. Peygamber'den! Gerçekse gıybettir, gerçek değilse iftira!
İbrahim b. Edhem üç gün yemek yemedi o sofradan ayrıldıktan sonra. Kulaklarında Peygamber'in sesi: "Etini yediniz kardeşinizin!" Böyle seslenmişti insan onurunu müdafaa ederken. Kendisinden yiyecek isteyenlere, "Siz, Selman'ı katık ettiniz!" diye kükremişti. "Dişlerinizin arasında etini görüyorum onun!" Ah insan onuru ne kadar yüksek! İbn Ömer ne kadar haklı! Kâbe'ye bakıp, "Ne kadar kutsalsın, ne kadar yüce! Fakat Allah katında müminin kutsallığı senden daha yücedir!" diyor. "İyi ama..." Özrü yok saldırmanın insan onuruna. Seyretmesi bile yasak bu vahşi gösteriyi. Gıybet varsa, susturacaksın dili. Gücün yetmezse eğer, terk edeceksin meclisi. Dinî kusurlarını bile dile getirmen haram arkasından birinin.

Böyle söylüyor İhya'sı Gazâlî'nin. Yanında kimse yokken fısıldayacaksın elzemse uyarılması. Hem senin kusurların perde çekmeliydi kusurlarına başkalarının.
- İstisnası yok mu bu hükmün? / - Var lakin bin kere ölçmek gerekiyor mihenk taşında. / - Nasıl? / - Ar perdesini yırtanlar kendi eliyle. Övünenler günahlarıyla. Hak etmiyorlar bu zırhı. / - Onların ardından konuşulabilir mi? / - Gerçeği söylemek kaydıyla evet. İbn Teymiyye, günahkârlar hatta kâfirler için bile yalan haber yaymanın haram olduğunu söylüyor. / - Ne yüce bir adalet bu!

Bakırdan tırnakları vardı. Miraca çıktığında rastlamıştı Peygamber onlara. "Yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. 'Bunlar kim ey Cebrâil?' diye sordum. 'Bunlar insanların etlerini yiyenler, insanların onuruna sözleriyle leke sürenlerdir.' dedi." Bakırdan tırnakları vardı ve yırtıcı hayvanlar gibi gizliyorlardı yüz yüzeyken insanlarla. Onlar bekleye dursun mancınıklarının yanında, Sâdi'den bir kıssa istesek anlatır mı? "Birkaç derviş halvet'e girmişlerdi. İçlerinden biri bir zavallının adını ortaya atıp çekiştirmeye başladı. Başka biri: 'Ey divane kılıklı dostum, dedi, hiç Frenklerle savaştın mı sen?', 'Hayatım boyunca dört duvarımdan dışarı çıkmadım.' diye cevapladı adam. Gerçek sözlü derviş: 'Bu kadar talihi ters adam görmedim. Kafir bile onun düşmanlığından emin oluyor da, dilinden Müslüman kurtulamıyor.' dedi."
-Mancınığı görüyor musun? - Evet ama hayli uzakta. - Peki mancınığın başındakini. - Evet ama kim olduğu anlaşılmıyor! - Tırnaklarına bak! Zaman Gazetesi

Bir Şeyler Olmuştu*

Vagonun penceresinden demiryolu geçidinde genç bir kadın gördüğünde tren daha birkaç kilometre ilerlemişti. (Yolumuz uzundu, on saat hiç bir yerde durmadan gittikten sonra çok uzaklardaki varış istasyonuna ulaşacaklardı.)**
*Dino Buzzati




Evet kesinlikle emindi, demiryolu geçidinde gördüğü kadın, şu anda karşısında oturuyordu. Sakin, dalgın bir hali vardı. Bir valizi ya da ona refakat eden arkadaşı yoktu. Bu uzun yolculukta acaba birbirimize arkadaşlık edebilir miyiz? diye düşündü. Kompartıman altı kişilikti ama gidilecek istikamete kadar mola olmadığından, diğer dört koltuk boş kalacaktı. Yine pencereden dışarı baktı. Alacakaranlıkta hızla geçtikleri ev, ağaç ve tarlaları seçmeye çalışırken, asıl yapmak istediği meşgulmüş gibi görünmekti, dahası fazlasıyla rahatsız olduğunu kadından ve kendinden saklamaktı.

Düşünmemeye çalışıyor ama engel de olamıyordu. Tren hiç durmamış, hatta yavaşlamamışken kadının trene nasıl binebildiğini anlayamıyordu. “Bir ara uyuklamış olabilir miyim?” diye düşündü. Sonra içinden “Ne saçma” derken yüzündeki ifadeyi kadının fark etmesinden de çekindi. Zihni açıktı ve hiç uykusu yoktu. Belki çok hızlı ilerlemedikleri bir an da yanından geçiyorlarken, kadın çevik bir hareketle atlayıvermişti. “Belki de geçitte gördüğüm başka biriydi” dedi. Bu sıkıntılı düşüncelerdeyken, kompartımanın kapısı açıldı. Adam, trene binmiş olan bir yolcunun gelmiş olmasını diliyordu. Ama içeri giren kondüktör “Bilet kontrol” dedi…

Hareket edeli bir ya da iki saat olmuştu. Tren yolculukları hoşuna giderdi ama bu sefer sıkılıyordu. Geriye yaslandı. Biraz uyumak istedi. Birden evi ve kedisi aklına geldi. Kedisine, eve dönene kadar idare edecek mamayı vermediğini hatırladı. Gözlerini açtı. Ayağa kalkıp kompartımandan dışarı çıktı. Koridorda biraz hava almak için ilerledi. Genç kadın da oradaydı. Pencereden esen rüzgâr saçlarını havalandırıyordu. İleride yüksek sesle konuşan birileri vardı. Kavga ediyor gibiydiler. Kadın, sanki gürültüden tedirgin olmuştu…

Kadında ve kulağına gelen seslerde olan zihni, eline bir şeyin değmesiyle, dalgınlığından irkilip toparlandı. Dönüp arkasına baktı. Saçları yana taralı, simsiyah iri gözlü, kahverengi ceketine hiç uymayan bir gömlek giymiş ve kendisine bakıp gülümseyen oğlan çocuğunu gördü. Çocuğun eline dokunmasıyla neden tedirgin olduğunu anlayamadı. Hissettiği elin, bir an kadına ait olduğunu düşünmüştü. “Ne aptalım” derken, yüzüne bakıp, gülüşüne karşılık bekleyen çocukla göz göze geldi.

Şaşkınlığını fark ettirmemek isterken, biraz telaşlıda olsa toparlanıp gülümsedi ve
-Merhaba, dedi. Çocuk, bu anı bekliyormuş gibi hemen konuşmaya başladı. “İlk kez trenle yolculuk ediyorum. Bu tren biraz daha hızlı gidemez mi? “Bilmem, sanırım en hızlı şekilde yol alıyor zaten” dedi genç adam. Hım, bana hızlı gidiyormuş gibi gelmiyor da.

Acelesi olduğu her halinden belli oluyordu. Konuşmaya devam etti.
-Annemsiz yaşadığım şehirden gidiyorum, Posof’a, annem orada, yetimhanede kalıyordum ben ama artık onunla kalmaya karar verdim.

Çocuğun böyle rahat konuşması hoşuna gitti. Onun gibi olmaya çalışarak
-Yalnız mısın sen? dedi.
-Evet, müdür bey beni trene bindirdi. Sen artık büyüdün bu kadar yolu kendin gidebilsin dedi. Ben de hiç korkmuyorum.
-Seni birinin gelip alması gerekmiyor muydu? Oradan çıkmana başka türlü izin verilmez ki.

Çocuğun hali biraz değişir gibi oldu ve oradan uzaklaşmak istedi. Genç adam, çocuğun yetimhaneden kaçtığını, şu anda da kaçak olduğunu düşündü. Onu rahatlatmak için “Ne zamandır görmüyorsun anneni?” dedi.
“Hiç hatırlamıyorum. Çok küçükken ayrılmışız sanırım.” Biraz sustu. Sanki söylemek istediği bir şeyler vardı. Ama sonra “Bilmiyorum” dedi. “Neden ayrıydınız?” “Bilmiyorum.”

Pencere önünde, dışarıda hızla akan görüntüleri izlerken, ikisi de farklı şeyler düşünüyorlardı. Biri, hiç tanımadığı ama çok özlediği kişiyi bir an önce görebilmek için hep daha ileriye bakarken, diğeri, gözünün önünde değişen manzarayı amaçsız bir şekilde izliyordu. Çocuk yine konuşmaya başladı.

-Müdür, bize, yabancılarla konuşmamamızı söylerdi. Ben onu dinlemedim. Sanırım kötü bir şey yaptım. Değil mi?
-Sanırım öyle, yabancılarla konuşman uygun olmayabilir.
- Trene binmeden önce de biriyle konuştum. Ama o kadın kendisi yanıma geldi. Yüzüme çok sıcak baktı. Bana bunu verdi. Elindeki zarfı adama uzatırken
-Hiçbir şey anlamadım. dedi. Adam kağıttaki yazıyı okudu “Onu hiç kimse beklemiyor.” yazıyordu.

Şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Pencereden esen rüzgar, ürpermesini daha da artırdı. O da bir şey anlamamıştı. Ellerini ceketinin cebine soktu. Cebinde bir zarf vardı. Çıkartı. Çocuğun pusulasına benziyordu. Açtı, okudu. “Onu siz bekleyin.” Ürpertisi, hummalı bir ateşe dönüştü. Göstermek istemediği telaşı, zihninden geçenlere ayak uyduruyor gibiydi. Aklında bir yığın şey vardı. Çocuk, meraklı ve neşeli gözlerle ona bakıyordu.

Tren hızla yol alıyor, yolun sonuna yaklaşıyorlardı. Pencereden bakıyorken, bir kadını ağaçlar arasında uzaklaşırken gördüğünü sandı.


Delikız

Ey Kavmim / Ahmet Altan

Ey kavmim...

Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiçdinlemezsin. Dönüp de bakmazsın ölülerine. Lut kavminden de değilsin sen, hazdan olmayacakmahvın.

Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın.
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymazkendi ağıtını,
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarınıve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına.
Tanrıya yakarır ama firavunlara taparsın. Musa Kızıldeniz'i açsa önünde, sen o denizdengeçmezsin.



Ey kavmim...

Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiçdinlemezsin.

Korkarsın kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsın.
Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı senpazarda satarsın.
Hazreti İsa’yı gözünün önünde çarmıha gerseler, senbaşka şeylere ağlarsın.
Gündüzleri Maria Magdalena'yi o…. diye taşlar,geceleri koynuna girmeye çabalarsın.
Zebur'u, Tevrat’ı, İncil’i, Kuran’ı bilirsin.
Hazreti Davud için üzülür ama Golyat'i tutarsın.



Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedinbeni hiç dinlemezsin. Dönüp de bakmazsın ölülerine. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvın.

Ama sen kendi acına da yabancısın. Kadınların siyah giyer, kederle solar tenleri amaonları görmezsin.
Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, aldırmazsın.
Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin.
Ve nefret edersin dilencilerden. Utancı bilir ama utanmazsın.
Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın. Bütün seslerin arasında yalnızca kırbaç sesinidinlersin sen.



Ey kavmim...

Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiçdinlemezsin.
Sana yapılmadıkça işkenceye karsı çıkmazsın.Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın.
Örümcek olsan Hazreti Muhammed'in saklandığı mağarayabir ağ örmezsin.
Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibitek başına melersin.
Hazreti Hüseyin'in kellesini vurmaz ama vuranıalkışlarsın.
Muaviye'ye kızar ama ayaklanmazsın.
Hazreti Ömer'i bıçaklayan ele sen bıçak olursun.



Ey kavmim...

Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiçdinlemezsin.
Ölülerine dönüp de bakmazsın. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvın.
Ama arkana baktığın için taş kesileceksin.
Ve sen kendine bile ağlamayacaksın.
Komşun aç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin.
Musa önünde Kızıldeniz'i açsa o denizden geçemezsin.
Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın.


Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiçdinlemezsin.


YENİ YÜZYIL GAZETESİ 1995

Hz. Ebu Bekr (radiyallahu anh)

Asıl adı :Abdullah
Künyesi :Ebu BekrLakabı sıddık ve Atik
Babasının adı :Osman, künyesi Ebu Kuhafe'dir
Annesinin adı elma, Ümmü'l-Hayr olarak tanınır.

Hz. Ebu Bekr (r.a), doğruluğu, ahlakı, iffeti ve yüksek şahsiyeti ile kavmi arasında sevilir ve sayılırdı.Hiç içki kullanmadı. Görüşlerine her zaman i'tibar edilir ve değerlendirilirdi.Kumaş tüccarı idi ve zengindi. Yardımı seven, eli cömerti alçak gönüllü ve mukaddesatına sahip birisiydi.Cahiliyye devrinde bile putlara tapmadı. Hanifti.

Hz. Peygamber O'nun hakkında şöyle buyurdu:

-"Dostluğu ve yardımı sebebiyle kendisine en çok minnettar olduğum arkadaşım Ebu Bekr'dir. Rabbimden başka bir dost edinsem Ebu Bekr'i dost edinirdim. O'nunla benim aramda İslamiyet kardeşliği ve sevgisi vardır. Mescidin evime bakan bütün kapıları kapansın, yalnız Ebu Bekr'in kapısı açık kalsın."

Resulullah (s.a.v) Efendimiz buyurdu ki:
-"Ebu Bekir, arkadaşım ve mağara dostumdur. Dost edinecekseniz, Ebu Bekir'i dost edininiz."

Ebu Bekr (r.a.):
*Resulullah'a (s.a.v) ilk teslim olanlardan,
*Resulullah'ı (s.a.v) Mi'rac dönüşü ilk tasdik edenlerden,
*Resulullah'ın (s.a.v) Hicret'inde dostu ve yol arkadaşı,
*Resulullah'ın (s.a.v) bütün savaşlarında silah arkadaşı,
*Resulullah'ın (s.a.v) kayınpederi,
*Resulullah'ın (s.a.v) arkasında namaz kıldığı kişi,
*Resulullah'ın (s.a.v) mağara arkadaşı ve gizli zikri talim ettiği kişi,
*Resulullah (s.a.v), Refik'ul-a'la'ya kavuşması yakınlaştığı zaman Hz. Ebu Bekr'inki hariç, Mesci-i Nebevi'ye açılan bütün kapıları kapattırmıştı.

Ebu Bekir (r.a):
*Dünyada iken Cennetle müjdelenen kişidir. (Leyl Süresi 14-18)
*İlk halifedir ve halifeliğinin ilk hutbesinde şunları söylemiştir:
*"Ey Müslümanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım halde sizi irade etmek üzere seçildim. İyilik, yaparsam, bana yardım ediniz; kötülük yaparsam, beni doğrultunuz. Doğruluk, emanet; yalancılık da hıyanettir. Sizin yanınızda zayıf olanlar, haklarını alıp kendilerine verene kadar benim yanımda güçlüdürler. Yanınızda güçlü olanlar da, Allah'ın izniyle onlar üzerinde ki hakkı alıncaya kadar, yanımda güçsüzdürler. Hangi İslam toplumu Allah yolunda cihadı terk ederse, Allah ona zillet ve aşağılık verir. Hangi Müslüman toplum arasında fuhuş yayılırsa, Allah onlara vereceği bela ve cezayı umumileştirmiştir. Allah'a ve Resulu'ne itaat ettiğim müddetçe, bana itaat edin! Şayet ben, Allah'a ve Resulu'ne isyan edersem, artık bana itaat etme göreviniz yoktur.

İLGİNÇ!!!

İlginç,

İnsan eğer ki 10 lirayı sadaka verecek olsa bu miktarı çok bulur ama 10 lira ile mağazadan birşey almaya gitse alacak birşey bulamaz…







İlginç,

Bir futbol maçının uzaması insanın hoşuna gider ama Cuma namazında hutbenin birkaç dakika uzaması hiç de hoşuna gitmez…




















İlginç,

İnsan 10 dakika zikir edecek olsa bu zamanı çok bulur ama bir film veya maç olsa bir buçuk saatlik zaman onun için hemen geçiverir…



















İlginç,

İnsan camide bir saat ibadet ederek vakit geçirecek olsa onun için zaman geçmek bilmez ama televizyona bakarken zaman onun için çabucak geçer…


-Kırkambar-

Pratik Bilgiler:

Ütünün sararttığı çamaşırın sararan kısmını nemlendirin. Üstüne mısır nişastası serpin. Sonra, bir bez aracılığıyla, nemli kısmı ütü ile kurutun. Leke yok olur.

Kadife kaplı koltukların kadifeleri sirkeli suyla silinirse parlar.

Lavabonuzdan gelen kötü kokuyu gidermek için içine bir avuç kaya tuzu atın. Koku yok olacaktır.

İçinde yağ beklemiş şişeleri temizlemek için şişenin içerisine sirke ile parça halinde kaya tuzu atmalı ve iyice sallamalı. Bol su ile çalkaladıktan sonra şişeler ilk hali gibi olur.

Meyve suları örtünün üstüne dökülür dökülmez tuz serpin .Yıkadığınız zaman tertemiz olacaktır.

Limon kolonyası kullanarak oluşan çay lekesini çıkarabilirsiniz.

Halınız yağ lekesi olmuşsa karbonatla bunu temizleyebilirsiniz.Yağın üstüne bol karbonat döküp, biraz ovmak yeter, kuruduktan sonra iyice fırçalayın. Lekenin yok olduğunu göreceksiniz.

İçinde yumurta kaynattığınız su mineral bakımından oldukça zengin olduğu için soğuduktan sonra bitkilerinizi sulayabilirsiniz.

Tıkanan lavabolarınızı kaynar sodalı su ile açabilirsiniz. Tıkalı yere döküp bir müddet bekleyin.




Neden? Niçin? Nasıl?

Atletler niçin saat yönünün aksine koşuyor?Sağ elini kullanan insanlar, ayakla yapılan hareketlerde de, sağ bacaklarını öncelikle kullanırlar. Bu nedenle de sağ bacakları daha güçlüdür. Sola kavis çizerek koştuklarında, sağ ayak dışarıda kalır. Özellikle kısa mesafe koşularında, pistin köşelerinde koşucular hafif içe meylederek koştukları için sağ ayağa daha çok yük biner ve koşucu bu kuvvetli ayağı ile sola doğru daha rahat koşar. İnsanların çoğu sağ ellerini kullanırlar. Erkeklerin sadece yüzde 5'i, kadınların ise yüzde 3'ü solaktır. Çoğunluğun rahatı düşünüldüğü için de atletler pistte saat yönünün aksi yönde koşarlar. Tabii bu durumda ve özellikle 400 metre koşularında solakların şansı biraz azalmış oluyor.




Biliyor musunuz?

İmparator türündeki penguenler -44 derecelik soğuklara dayanabilir.
Kalbimiz günde ortalama 100.000 kez çarpar.
Bir sineğin hızı saatte 8 km`dir.
Güneş ısı verdikçe küçülür.
Kangurular geri geri yürüyemezler.
İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.