Resûlullah ilk rahatsızlığını, şiddetli bir baş ağrısı olarak hisseti. Hz. Aişe (r.a.)’den rivayete göre ise: “O Baki’den dönerken karşılaşmış, “vay başım!” diye yakınırken, o da: “Tam aksine vallahi Âişe, esas benim başım!” diye cevap vermişti.
Daha sonra onun rahatsızlığı ağırlaştı. Onu bitkin bırakan bir hummaydı bu (ateş nöbeti). Resûlullah’ın bu hastalığı sırasında, hanımları onun hastalığını Hz. Âişe’nin evinde geçirme meylini sezmişlerdi. Çünkü ona meylini ve onunla teskin oluşunu öğrenmiş durumdaydılar. Bunu için izin verdiler. Hz. Âişe’nin evinde hastalığı şiddetlendi. Ama hep ashâbının üzüntüde kalışının sıkıntılarını yaşıyordu.
Ve buyurdu ki; “Bana ağzı açılmamış yedi kırda su getirin ve başımdan dökün de, belki halka yaklaşırım (yine çıkıp onlarla konuşabilirim) Hz. Âişe der ki, onu bir tekneye oturttuk. Ve başladık su kırbalarının suyunu dökmeye… Nihayet artık yettiğini işaret etti eliyle. Sonra halka çıkıp onlarla namaz kıldı ve onlara hitabede bulundu.(Buhari) Bu çıkışında başında bir sargı vardı. Minbere oturdu. İlk sözü de, Uhud şehidlerine ve gazilerini dua ve istiğfar etmek oldu. Ve şöyle dedi: “ Bir kulu Allah kendisine dünya güzelliklerini vermekle, kendi indindekini verme hususunda serbest bıraktı da; kul onun yanındaki nimeti seçti.” Bunun üzerine Ebû Bekir(r.a.) ağladı. (çünkü o, Resûlullah’ın ne kasdettiğini biliyordu.) Ve şöyle seslendi ona: Babalarımız, analarımız sana feda olsun!.. Resûlullah ise: “Sakin ol ya Ebâ Bekir!” buyurdu.
“Ey nâs! Bana, mal ve dostluğuyla en emin kimse Ebû Bekirdir. Eğer sevgili edinmem gerekse, muhakkak ki Ebû Bekir’i edinirdim. Ama İslam kardeşliğimiz var. Mescide açılan kapıların hepsi kapansın.(Müslim) Yalnız Ebû Bekir’in kapısı kalsın. Ben hepinizden öndeyim ve sizi bekleyeceğim. Zaten şu an havuzumu görüyorum. Esasen bana yeryüzü hazinelerinin anahtarı verildi. Vallahi ben sizin, benden sonra müşrik olacağınızdan değil de, dünya için birbirinize düşmenizden korkuyorum.” (Müslim Buhari)
Artık Resûlullah (s.a.v.) çıkıp halka namaz kıldıramayacak halde idi. Bunun üzerine: “Ebû Bekir’e söyleyin, halka namaz kıldırsın” buyurdu. Buna karşı da Hz. Âişe: “ Yâ Resûlallah! Ebû Bekir çok yufka yüreklidir. Senin makamına geçince dayanamayabilir ve sesini de kimseye duyuramaz” diye müdahale edince: “Siz Hz. Yusuf’un çevresindeki kadınların tıpkısısınız!.. söyleyin Ebû Bekir namazı kıldırsın cemaate” diye tekrarladı.
Bundan böyle de halka namazı kıldıran hep Ebû Bekir (r.a.) oldu. Bu günlerde, bir keresinde Resûlullah (s.a.v.) namaza çıktığında (hastalığın hafiflemesi anında) Hz. Ebû Bekir’in halka namaz kıldırdığını gördü. Ebû Bekir geri çekilmek istedi. Fakat Resûlullah devam etmesini işaret buyurdu. Ve kendisi de Ebû Bekir’in yanında oturdu. Ebû Bekir namazı kıldırırken o da oturduğu yerde kılıyordu. Halk da Ebû Bekir’le namaza devam ediyordu.
Bu esnada Resûlulah’ın böyle çıkışını hayra yoran cemaat birbirini müjdelediler fakat hemen de hastalık şiddetlenmişti. Ve zaten çıkıp cemaatle namaz kılışının sonuncusu olmuştu bu. İbn Mesûd bu konuda şunları nakletti: Ben Resûlullah’ın yanına vardığımda ateşler içinde yanıyordu. Ellerimle dokundum ve “Ya Resûlullah senin çok ateşin var” dedim. O da “Evet” dedi. “Sizin iki kişinizin ateşi kadar ateşim var.” Bunun üzerine “Öyleyse bundan ötürü iki kat ecrin var” dedim. “Evet” dedi, “Bir mü’mine Allah bir hastalık çilesi verdi mi, ona denk de mukâfat verir. Öyleyse ağacın yapraklarını döktüğü gibi günahları dökülür o kimsenin.”
Bu Allah’ın her kulu için koyduğu değişmez kanundur. “Sen de öleceksin, onlar da” enbiya/34
İşte böylece on birinci hicret yılı Rebiülevvel ayının on ikinci günü, pazartesi sabahına varıldı. Halk mescide Hz. Ebû Bekir’in arkasında sabah namazını kılıyordu. Birden Hz. Âişe’nin odasının, (mescide açılan kapısındaki) perde açıldı, ardında Resûlullah(s.a.v) göründü. Onları saflarında seyretti ve gülümsedi onlara. Hz. Ebû Bekir geri çekilip safa girmek istedi. Çünkü Resûlullah’ın çıkıp namaz kıldıracağını sanmıştı. Müslümanlarda Resûlullah’ın halinden sevindiler. Nerde ise namazlarından çıkacaklardı. O eliyle işaret edip, namaza devam etmelerini emretti. Sonrada odasına dönüp perdeyi kapattı. (Müslim Buhâri)
Resûlullah (s.a.v) döndü, tekrar Hz. Âişe’nin odasında yatağına yattı ve başını Hz. Âişe’nin göğsüne dayadı. Artık ölüm hali onu sarmıştı. Yanındaki tasta bulunan suya ellerini batırıp yüzüne sürüyor ve “La İlahe İllallah, ölümün acıları varmış” diyordu. Hz. Fâtıma(r.a.) bu halleri görünce: “Vah babamın çektiği ıztıraba!..” diye feryâda başladı. Resûlullah(s.a.v.) ise: “Babanda bu günden sonra sıkıntı kalmayacak”(Buhâri Tirmizi) diye mukabele etti.
Hz. Âişe der ki: “Benimle onu tükrüğünü ölümü halinde birleştirdi. O gün Abdurrahman yanıma gelmişti. Elinde bir misvak vardı. Resûlullah ise bana yaslanmış durumda idi. Baktım misvaka bakıyor. Misvakı arzuladığını anladım. Onu sana alayım mı dedim. Evet anlamına başını salladı. Aldım ve fakat sertti. Yumuşatayım mı dedim. Yine başıyla evet dedi. Ona göre yumuşattım(ağzında ıslatarak) ve kullandı. Yanında bir kapta su vardı. Ellerini ona batırıp yüzüne sürüyor ve “Ölümün de acıları varmış, La ilahe illâllah” diyor. Sonra ellerini kaldırıp: “Refik-i A’lâ’ya ya Rab” dedi. O halde ruhu kabz oldu ve elleri yana düştü. (Buhâri Müslim)
Resûlullah’ın vefât haberi hemen halk arasına yayıldı. Hz. Ebû Bekir çıkıp geldi. Kimseyle konuşmadan doğruca Hz.Âişe’nin odasına geçti. Resûlullah’ın üzerine çizgili bir bez örtülmüştü. Üstünden örtüyü çekip yüzünü açtı, eğilip onu öptü ve ağladı. “Anam babam sana feda olsun, Allah sana iki ölümü cem etmez. Sen, sana yazılan ölümü tatdın. (Buhari) İkinci bir ölümü tatmayacaksın” dedi ve çıktı.
Ömer hâlâ konuşmuyordu. Resûlullah’ın ölmediğini iddia ediyordu. “O sadece Hz. Musa’nın Rabbine gittiği gibi gitmiştir. O ölmez, ta münafıkları yok edinceye kadar” diyordu. Hz. Ebû Bekir ona döndü: “Sakin ol Ömer, sus!” diye seslendi. Ama Ömer sözüne devam etti. Ebû Bekir onun susmayacağını anlayınca halka hitaba başladı. Halk da ona yönelince Ömer’i yalnız bırakmış oldu. Ebû Bekir şöyle konuştu: “İmdi ey nas! İçinizde Muhammed’e tapan varsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki, O Hayy ve Lâyemût’tur.” Cenâb-ı Hak ne buyuruyor: “Muhammed sadece peygamberdir. Ondan önce de çok peygamber geldi geçti. Peki, o ölür veya öldürülürse siz tabanlarınız üzerine geri mi döneceksiniz?” aliimran 144
Bütün halk bu ayeti sanki Ebû Bekir okuyuncaya kadar hiç duymamışlardı. Ömer (r.a.) der ki: “Vallahi bu ayeti ilk defa Ebû Bekir’den işitmiş gibiyim. O ayeti duyar duymaz anladım ve inandım ki, artık Resûlullah ölmüştür ve ayaklarımın bağı çözüldü, yere yığıldım. (Buhâri)
Resûlullah’ın (s.a.v.) altmış üç yaşında vefat etti. Kırk yıl bi’setten önce idi. On üç yılı ise Mekke’de davetle geçti. On yılı da hicret sonu ve Medine’de geçmiştir.
“Resûlullah arkasında ne bir dinar veya dirhem para, ne köle ne de cariye bırakmıştı. Sadece bindiği beyaz katırı, silahı bir de sadaka olarak vakf ettiği arazisi vardı.” (Buhâri)
şehvar 3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder