25 Aralık, 2010

İlahî!!!






































"...penceremi açtım gecenin duasına, uzattım ellerimi cevabına..."

Murat Çelik

22 Aralık, 2010

-Diyojen'den Mevlana'ya-





































Yunan filozoflarından meşhur Diyojen bir gün elinde fener Atina sokaklarında dolaşıyormuş. Gündüzün fener yakmış olmasının sebebini sormuşlar:


-Adam arıyorum! Cevabını vermiş.

Hz. Mevlana bu cevabı: “Şehrin ihtiyarı, şeytandan ve canavarlardan usandım, adam arıyorum diye elinde bir kandil olduğu halde dün dolaşıyordu” beytiyle ifade etmiştir.


Pir başka bir misal gösteriyor:

Nakş berdivâr misli âdemest,
Binger ez sûret çi çiz-î ô kemset

“Duvarda asılı levhadaki resim de adam gibidir. Bak ki suret itibariyle onun ne eksiği vardır?”

Can kemest an sûret-î bâtâbrâ,
Rev bicô an gevher-î emyâbrâ.

“O parlak suretin canı eksiktir. Git de o nadir bulunan cevheri, yani insanlık ruhunu ara.”

09 Aralık, 2010

Kendi Halinde! Kendince! Derginiz! Şehvar...



…Batılılar !


Bilmeden

Altı oğlunu yuttuğunuz

Bir babanın yedinci oğluyum ben

Gömülmek istiyorum buraya hiç

değişmeden… Doğulu olarak ölmek

istiyorum ben… Masal / Sezai Karakoç

Küçücük Bir Kızın İçindeki Başörtü Ve ALLAH Sevgisi...(İbretlik ve yaşanmış hikâye)




































Başörtüsü ile ilgili herkesin bir örtünüş hikâyesi ve daha sonrasında yaşadığı müsbet ya da menfî hadiseler vardır. Kızım, başını henüz birinci sınıfa giderken örtmüştü. Yedi-sekiz yaşlarındaydı. Fırfırlı, süslü, güzel ve küçük başörtüleri vardı. Büyük, küçük herkesin ifadesi ile, başörtüsü çok yakışıyordu ona. Bazı büyük hanımlar, “Böyle güzel yakışsa biz de örtünürdük” diyorlardı ama, bu tabiî ki mazeretti. Sanki sadece yakışanlar örtermiş de, yakışmayanlar o emirden muaf tutulmuş gibi. Bazen de çok küçük olduğunu, daha sonra da örtse olabileceğini dile getirirlerdi. Bir gün dedim: “şu anda başınızı örtmenize engel nedir?”


Dediler ki: “Yaşımız epey geçti, zor geliyor. Belki daha erken olsaydı, nefsimize zor gelmezdi.”

“Bakın, kendiniz îtiraf ettiniz işte, ben kızıma 15-16 yaşından sonra örtünmesini teklif etsem, belki zor gelecek, kabul etmekte zorlanacaktı.”

“Doğru!” dediler. Bu arada bir soru daha buldular.

“Peki şu anda sizin zorunuzla değil de, kendi arzusu ile mi örtünüyor acaba, ne dersiniz?”

Ben de şu hadiseyi anlattım onlara:

“Birgün, bir kaç genç kız gelmişti, hemen yanımızdaki meslek lisesinden. Başörtüsü hakkında, ahiret, cennet ve cehennem hakkında çok çok konuştuk onlarla. Sonradan okul haricinde başlarını örtmeye başlamışlar. Onlar gittikten sonra kızımla başbaşa kalınca ona sordum. Biraz da örtünmesindeki şuur derecesini merak etmiştim. Acaba neyi, ne kadar anlıyordu?

“Kızım, sen daha pek küçüksün. istersen bir-iki sene sonra da örtünebilirsin. Seni zorlamış olmayalım, ne dersin?”

Bir an durakladı. Sonra gözlerinden inci gibi yaşlar dökülme ye başladı. “Anne, o kızlara anlatırken de dedin, ölüm ne vakitte gelecek belli değil. Beni cehenneme mi lâyık görüyorsun. Ya olur da ben böyle küçük yaşımda ölürsem, ALLAH’a ne cevap vereceğim? Ben başımı bir kere örttüm, artık açmam!”

Hanımlar ibretle dinlemişlerdi ve onlarında gözlerinde yaş vardı. Dedim ki, “şimdi şu cevap, şuursuz bir cevap mı? istemeyerek yaptığına dair ne hissettiniz?”

“Tamam. Zorlamadığınıza dair kanaat sahibi olduk. Zaten o küçük kız, fırsat buldukça, bahçede otururken herşeyi bize anlatıyor. Etkilenmiyor değiliz, ama yapamıyoruz işte. Ne mutlu ona!”

Bir gün kızımı bakkala yollamıştım. Daha sekiz yaşlarındaydı. çocukluk bu ya, başörtüsünü evde unutup gitmiş. Siparişlerini vermiş. Bakkal hazırlarken birden “Bakkal amca, sen hazırlayadur. Ben başörtümü evde unutmuşum! Gidip örtüp geleyim.!

“Kızım alacaklarını vereyim de, öyle git. O zaman örtersin.”


“Olmaz! Hemen gidip, almam lâzım. Gecikemem!”

Adamcağız hem gülmüş, hem düşünmüş. “Peki o halde, ört de gel başörtünü” demiş. Sonradan, bana da anlatmıştı bu hadiseyi bakkalımız. “çok hoşuma gitmişti onun şirin hali. Küçük ama, şuurlu” demişti.

Yine bir gün bakkalda, son derece açık ve yaşlı bir bayan, küçücük kızıma çıkışmış: “Bak bana! Niye örtünüyorsun sen? Cevap ver!” demiş. Dükkân, müşteri dolu… Herkes sıra bekli- yor. Böyle amansızca soru soran bir kadına, çocuğun ne cevap vereceğini merak ederek, beklemeye başlamışlar. Kızım hiç bozuntuya vermeden, soruyu ona iâde ederken, “Siz neden örtünmüyorsunuz ki? Siz cevap verin, ben de cevap vereceğim!” Kadıncağız kızarmış. Hiçbir cevap veremeden, öylece donmuş kalmış. Alacaklarını almadan, çıkıp gitmiş. Eve gelince sormuştu kızım: “Anne ne o cevap verdi, ne de ben. Ama bakkaldaki herkes benim başımı okşadı, neden?”

İşte böyle. Çocuk bile olsa, başörtüsü ile ilgili birçok macerası çıkabiliyor demek. Hatırladıklarım bu kadar. Elbette daha pek çok vardı. Fakat, bunlar da epey ibretli, ne dersiniz?

Bütün örtünmemekte ısrar eden kalplere tesir etmesi duası ile…



Editörden:


Bu anneyi takdir mi ettiniz? Davranışı, tutumu hoşunuza mı gitti? Ben de onun gibi olabilsem mi dediniz? Acele etmeyin. Dergiyi elinizden bıraktığınız anda, nefsiniz size yine “çok düşünceli, her şeyi evladı için isteyen” bir anne olduğunuzu fısıldayacak. Siz de, bu fısıltının, şeytan değil de kalbinizin en derin yerinden ve size verilen merhamet duygusundan geldiğini sanacak ve yine, evladınızın gerekli gereksiz herhangi bir ihtiyacını karşılamak üzere işe koyulacaksınız. Henüz dergi elinizdeyken size daha yürekli bir anneden söz edeyim azıcık.

Yıllarca evladı olmayan bir kadın, çocuğu olacağını öğrendiğinde onu hemen kendisine hediye edene en güzel şekilde iade eder ve “Bir vakit İmran ailesinden bir kadın, "Ey Rabbim! Rahmimdeki [çocuğumu] Senin hizmetine adayacağıma söz veriyorum. Benden bunu kabul et: Doğrusu, yalnız Sen, her şeyi duyan, her şeyi bilensin!" … 3/35 der. Nasıl olurda özlem dolu bir anne bunu yapabilir demeyin. Bu ancak hasret çeken, evladının hayatını ve geleceği(ahiret) garanti altına almak isteyen bir annenin yapabileceği bir şeydir.

Bize kalsa, hiçbir anne bunu yapamaz! Yapmamalı! Minicik yavrusunu, anne sevgisinden, evinden, gözünün önünden ayırmamalı. Korumalı! Kayırmalı!..

Bize kalsa, böyle bir davranışı; Yapmamalıyız! Yapmamalısın! Yapmamalıyım! Bize kalsa, biz böyle yaparız ve doğru yaparız.

Evladı; kendimize, okula, sınavlara, işe, patrona, eğlenceye, dünyaya vs. değil de Allah’a adamak, O’nun hizmetine sunmak, hangimizin yapabileceği ya da yapmayı aklının ucundan geçirebileceği bir şeydir?

Hanne; İmran’ın eşi, Meryem’in annesi, bunu akıl etmiş, düşüne bilmiş ve yapmış. Meryem, Allah’a adandığı için hiçbir şeyden mahrum kalmamıştır. “VE O ZAMAN melekler "Ey Meryem!" dediler, "Allah seni seçti ve tertemiz kıldı; seni bütün dünya kadınlarının üstünde (bir konuma) çıkardı.” 3/42 Bu da kanıtıdır.

Acaba bizler, evlatlarımızı nelere adıyor, nelerden mahrum bırakıyoruz???

İnsanlık Türküsü / Sezai Karakoç

Ben Müslüman’ım! İnsanlığın türküsünü söylüyorum. Adem’in anlamından bir levhayım; İnsanlığın alnına yazılı kader levhasıyım, hakikat levhasıyım. Korkunç şüphe ve inkâr sellerinin sürükleyemediği, yıldırımların batıramadığı Nuh’un Gemisi benim ruhumdur.


Put deviren İbrahim, ateşin yakmadığı İbrahim, kurban sunan İbrahim hem maddede, hem manada benim atamdır… Ateş bizi tanır!.. Denizi yaran Musa, benim önderimdir. Su bizi bilir. Ölüleri dirilten İsa, benim meş’alemdir.

Kim demiş ki günüm geçmiş. En yeni, en çağdaş benim! Kur’an mucizesiyle insanlığı haşre kadar ısıtan, nura garkeden Hazreti Peygamber’in ümmetinden bir erim! Kimin bizden daha üstün bir başı, yol göstericisi vardır?


Hakikat medeniyetinin işçisiyim. Hangi medeniyet, benim medeniyetimle boy ölçüşebilir? İslam ülkesinin bir yurttaşıyım. Onunla bir parça olmuşum. Bir ağaç gibi köküm onun derinliklerindedir. Kim bizi ondan söküp atabilir? Toprak bizi anlamıştır. Kim topraktan ayağımızı kesebilir?

İslam milletinin bir ferdiyim! İslam şuurunun bir taşı, İslam duvarının bir tuğlasıyım. Dünya durdukça duracak olan bir surun, bir duvarın parçası olarak kalacağım. Hangi rüzgâr beni bu duvardan, bu surdan koparabilir?

Fazilet Devletinin kılıcı ve kalemiyim. Hangi inkar silahı silahımın önünde, hangi kara kelime sözlerimin önünde durma iddiasında bulunabilir?

Düştüm. Düşmeyi öğrendim. Kim benim kadar düşmenin anlam ve dehşetini bilebilir? Kötü düşmeye görsün; bütün kötüler ona yardımcı olur ve ayağa kaldırırlar. Ama iyinin ayağa kaldırıcısı ancak Allah’tır.

Evet düştüm.. Suçum sebebiyle düştüm. Ama Müslüman olan beni, Allah’ın tekrar ayağa kaldırmasına kim engel olabilir?

Allah’ım! Bizi gurura saptırma! Bizi düşüşlerden koru! Sonsuz merhametinle koru! Bizi İslam nimetinden ayırma! Bizi senin öcünden koruyacak olan, yine senin bağışlayıcılığındır.

Bizi aslımıza, kendimize, kendi medeniyet çığırımıza, kendi öz samimiyetimize döndür! Ruhumuzu arıt ve aydınlat! Öylesine arıt ve aydınlat ki; Doğu ve batı ondan ışık alsın. Muhyiddîn-î Arabî’ler, Mevlana’lar, Câmi’ler, İmam Rabbanî’ler yolunu sürdüren nesil, benim neslimdir.

Rabbim! Bu nesli sen yetiştir, sen terbiye et! Ezanlarımızı tekrar yükselt Rabbim! Çağın ufuklarını dolduracak kadar yükselt!

Amentümüz, insanlığın ruhunu bir ruhul kudüs gibi diriltsin!

Zulüm, materyalizm, puta tapıcılık ve kötülüğün her türlüsüyle savaşmada yardımını esirgeme!

Rabbim! Daralan ufkumuzu genişlet! Eski keskin görüşümüze kavuştur bizi! Eski keskin gönüllülüğümüze kavuştur bizi!

Batı ve Doğunun ortasında Senin kılıcın olarak yükselt bizi!

Ortadoğu’da, Asya’da ve Afrika’da, İslam’ın sancağını yükselt!

Hak, adalet, fazilet, doğruluk ve gerçeklik sancağını yükselt!

Ben Müslüman’ım!

Kendi dar sınırımın değil, bütün insanlık sınırlarının türküsünü söylüyorum!

Allah izin verdiği müddetçe de söyleyeceğim!

Günah / Nurettin Topçu


Yeryüzü günahkârların vatanıdır. Günahsız olanlar, dünyaya hiç gelmeyenlerdir. Rabbin huzuruna aslında günahsızlıkla değil, günahlarımızdan temizlene temizlene gidiyoruz. Fazilet, dünyaya günahsız gelip, buradan günahsız gitmek değil, günahlarından temizlenmesini bilmektir. Ebediliği fetheden kahramanlar, günahlardan temizlenmenin en ulvî en muhteşem vasıtalarını kullananlardır. Günahtan sevaba, şerlerden hayra kahraman bir atlayışla geçebilen cesur ruhlardır.

Günah nedir? Kimi güneşe tapmaya günah diyor, kimi secdeye yatmamaya günah diyor. Kiminde günah düşman kanı dökmemek, kiminde ise hayvan etini yemektir. Kimi kurban boğazlamamaya günah der, kimi de bir karıncayı incitmede günah bulur. Kiminde kibir günahtır; kiminde kibrin heykeli bir varlığa tapmamak günah olur. Bunların aslı nedir? Bütün bu tezatlı inanışların iç yüzü aranırsa tezattan kurtulmak kabil olacaktır. Zira bütün bu günah unsurları hep birer yoldur, vasıtadır, usuldür. Bunlar günaha götürücü yollardır. Günahın kendisi ise bunların ötesinde, gayesinde pusu kurmuş beklemektedir. O nedir, o asıl günah?

Asıl günah bütün bu kötü vasıtaların gayesi olan günah, hayvan olan bir ten kafesinden fırlayıp insanlığa doğru hamleler yapan varlığımızın insanlıktan hayvanlığa dönmek isteyişidir. Dünya hayatı bir yolculuktur. İnsan ruh sahibi oluşu ile, hayvan olan bedeninin üstünde hakimiyet kurmuştur ve bedenin ihtiraslarına hükmetmektedir. Ruhun da bir gayesi var: O, Allah'a götüren yolculuk, ruhun zaferle dolu yürüyüşüdür, onun ebediyet ülkesinde fetihleridir.

Bu yolculukta bir ricat, her geriye dönüş, hatta bazen yerinde uzun bir duraklayış da günahtır. Günah böylece ruhtan bedene, maddeye doğru bizi çeviren hareketin vasfıdır. Daima ileri gidiş, kendinde bir insan taşıyan ruhun tabii hareketi, geriye dönüşse onun günah işleyişidir. Madde olan ve maddenin ihtiraslarına sahip bulunan bedenden ruha ve onun eliyle Allah'a doğru gidiş fazilettir, hayırdır. Ebediliğe ulaştırıcıdır. Bu yolculukta bedeni sığınmak iştiyakıyla gerileyiş, Allah'tan kaçma, ruhunu terk etme ve bedenine teslim olma günahtır. Bu hareketin geniş bir tekniği vardır ve ondan günahın bir çok şekilleri doğmaktadır. Kendi ruh kuvvetine inanmamak günah olduğu gibi, başkasının ruh hamlesini kırıcı hareketler de günahtır. Allah'a götürücü yolculukta gayeyi karartan ve bu yolda yürüyenlerin yolunu şaşırtan hareket günah olduğu gibi, kendi ruh kuvvetimizi felce uğratan imansızlık da günahtır. Evet yeis günahtır, ümit ibadettir. Daima ileri götüren yolları tanımak ve tanıtmak en büyük sevap sayılır, bu sebepten ilim ibadetlerin başında bulunur.

İnsan sonsuzluk yolunun yolcusudur, Allah'ı ancak o bulacaktır. Onun bu yürüyüşünü engellemekten daha büyük günah olur mu? Başkalarının ruh kuvvetini, ümit ve imanını felce uğratan, hatta zedeleyen bütün hareketlerimiz günahtır. İnsanı tahkir günah, günahı teşhir ise sade bir günah işlemekten daha günahtır.

Sarhoş veya sefih insan günah işliyor, çünkü kendi ruhunun hamlesini durduruyor. Ancak onun bu günahı, günahların affedilmez, temizlenemez olanı değildir. Ondan daha ağır günah, Hak yolunda yürüyenlerin yürüyüşünü engelleyen hareketlerdir, onları bu yolculukta hareketsiz, dermansız bırakan ruhlarına çevrilmiş suikastlardır. Ruha bir sille olan hareket, onu arkadan vurmak demek olan dedikodu, Hakkın yolunu şaşırtacak olan bir yalan ve fitne, ruhları zehirleyen haset ve onu büsbütün felce uğratıcı olan günahı teşhir, Allah yolcularını hep bir mabede doldurup yakmak manası gelen zulüm, büyük günahlardır. Bu hücumlara uğrayan insanın ümitleri, imanı ve bütün ruh kuvvetleri yıkılmıştır. Hakkı götürecek takati yoktur. Bunların hepsi de insana zulüm teşkil eden günahlardır.


Bütün günahların içerisinde hele bir tanesi var ki, o hiç affedilmez, silinmez, temizlenmez, ortadan kalkmaz. Zira o, insan olan varlığı, Allah yolcusu olan ruhun varlığını ortadan kaldırır. Bizi her günaha vasıta olacak bir şer aleti haline koyar. İnsanda insanlığı telef ettirir. Günahlarımızın pek çoğu, belki de hepsi ondan doğmaktadır. Bu günah kendisine nüfuz ettiği, tahakküm ettiği, idare ettiği insanı gerçek varlığından ayırır. Zekâ ile birleşir: Gururdan saltanatlar kurar. Hislerle anlaşır: Hasetten ve hileden kılıçlar kuşanır. İradeye bağlanır. İmanı boğar. Tahakküm ettiği varlığı etle tenin eşiğine kadar götürüp bırakır da kurtardığına inandırır. İnsanı insanlığı içinde helâk eder.

Bu günah, bu hiç affı olmayan ve insanlık içinde bulaşıcı bir hastalık halinde dolaşan bu ifrit günah ne cinayettir ne de şehvet. Bu günah, bu tedavisi kabil olmayan ruh afeti, en büyük düşmanımız o: Nefsine karşı samimiyetsizlik.

Bizzat kendi kendisiyle karşılaşmayan ruh, ruh afetlerinin en fecisine uğratılmıştır. Samimiyetsiz insan, samimi olmadığını bilseydi, belki kurtulurdu. Fakat o kendi içinden şaşırtılmıştır. Muzafferdir, varlıklıdır, kuvvetlidir, akıllıdır. O neden korksun! Zira en büyük ve asıl düşman kendi varlığında, kendi nefsinde pusu kuran yabancı varlıktır. İşte bu meşum yabancı, onun muvaffakiyetidir, kuvvetidir, aklıdır, akıl sandığı gafletidir. Lakin sonunda anlayacak. Bir büyük sadme onu sarsacak varlığından kıyamet koparırsa muvaffakiyet, kuvvet, akıl denen o yabancılar tahtından devrilirse o zaman anlar belki. Bu günahın sahipleri ekseriye mağrur başlardır. Kimi adam taşlar, şeytan taşlıyorum diye. Kimi ülkeler yıkar, fetihler yaptım diye. Kimi şeytana tapar, ibadet olsun diye. Fatihleri, abitleri ve daha ve daha nice hayat kahramanlarını telef eden işte odur, o samimiyetsizlik. Ona, o menhus ruh felcine alim de uğrar, zabit de uğrar. Kuvvetli de zayıf da o çukura yuvarlanır ve hepsi orada kendini kaybeder. İnsanlar hep bu bataklıkta birbirlerini kaybederler.

İnsanlığın helâk olduğu zaman işte odur. Bütün günahlar affedilse de o affedilmez.

Güncellenmemiş Hayat Bilgisi Dersleri / Tarık Tufan

Dinleyin çocuklar!


Müfredata girmemiş şeyler anlatacağım size. Hazır okullar da açılıyorken bilmeniz gerektiğini düşündüğüm konular...

Milli Eğitim Bakanlığı’nın tavsiye kararı almadığı, ders kitaplarına girmeyen, öğretmenlerin anlatmadığı konular.

Öncelikle şunu bilin ki hayat dediğimiz, ders kitaplarından öğrenilebilir bir şey değildir. İyi vatandaş olmakla iyi insan olmak arasında, söylenmemiş, üstü örtülmüş bir fark vardır. Uygar ve uysal olmak adına anlatılan şeyler, hayatın derin anlamına nüfuz edemezler. Bu yüzden hayat çoğu zaman gayrı resmi bir yolculuktur. Çok zaman kaçak kalırsın yaşamak kompartımanında.

Sana hayat bilgisi diye yutturulan konular gerçekte seni sıkıştıracakları dar bir elbisedir. Ve asla elbiseyi sana uyduracak değiller bunu unutma.

Sana yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağmurlu bir coğrafyada yaşadığımızı söyleyecekler. Gerçek olan senin mevsimindir oysa. O günün nasıl geçeceğini anlayabilmek için gökyüzüne bakman gerekmez. Dönüp yüreğine bak. Yağmurlar ve güneş yüreğinden süzülür. Gerçek olan yüreğinin mevsimidir, senin mevsimindir. Her sabah uyandığında gözlerinden dünyaya saçılandır mevsim. Güneş senden doğar ve yağmur senin gözlerinden düşer yeryüzüne.

Sana atlaslar, haritalar gösterecekler. Adına sınır dedikleri bazı çizgilerle çevrildiğini göreceksin yaşadığın yerlerin. Bütün bunlar kurmaca. Gerçekte tüm yeryüzü Allah’ındır ve gerçekte yürüyebildiğin kadar senindir tüm coğrafyalar.

Haritalar da gerçeği söylemez. Kuzey Amerika’yı Afrika’dan büyük gösterecekler sana. Doğru değil. Afrika altı milyon kilometrekare daha büyüktür. Avrupa’ya kıta deyip duracaklar. Doğru değil. Asya’nın uzantısından başka bir şey değil Avrupa dedikleri.
Bazı şehirlerin uzakta olduğunu anlatacaklar sana.


Uzaklık ve yakınlık aslı astarı olmayan ölçütlerdir.

Kudüs’ü öğren mesela. Saraybosna’yı, Şam’ı, Bağdat’ı, Mekke’yi, Medine’yi, Hicaz’ı, Çanakkale’yi...

Öğren buralarda ne yetişir, insanlar ne yer ne içer, denizleri nasıldır, tarihte neler yaşamışlar, çocukları hangi oyunları oynar, anneler hangi ninnileri söyler, genç kızlar ne işler, erkekler ne işe koşar.

Öğren hangi şarkıları söyler buraların halkları. Neye ağlar, neye gülerler.

Öğren bu şehirler, ne zamandır senden uzakta.

Öğren bu şehirler senden niye uzakta.

Okuduğun yazıların, şiirlerin sonunda yabancı olduğunu söyledikleri kelimeleri sıralayacaklar. Dikkatli oku bu kelimeleri. Bil ki çoğu senindir bu kelimelerin. Bir hayata, bir medeniyete yabancılaşmış insanların, yeryüzüne yabancılaşmış insanların bir kenara bıraktığı kelimelerdir bunlar.

Senin kelimelerin...

Bir hayatı, bir düşünüşü, bir duyumsamayı, bir hayali, bir rüyayı anlatabileceğin kelimeler var bunların içinde. Kendi yabancılaşmalarını gizleyebilmek için bizim kelimelerimizi çalan insanlar göreceksin.

Kitaplara girmemiş adamlar var bir de.

Şiirlerini, öykülerini, romanlarını, piyeslerini müfredatlarda göremeyeceğin iyi ve sıkı adamlar. Gelecek güzel günlerin habercileri...

Onları itinayla okumalısın. Yedi güzel adamı tanıyıp, Hızır’la kırk saatin nasıl geçtiğini öğrenmelisin. Derviş hüneri nasıl olurmuş onlardan öğreneceksin. Bir de kalem kalesini inşa etmeyi...

Okumaya nasıl başlayacağını Kitap’tan öğrenebilirsin ancak.

Yaradan Rabbin adıyla oku!

Böyle okursan varlığının anlamı kalın harflerle yazılır yeryüzünde. Böyle okursan insan olmanın ne demek olduğunu bilirsin.

Böyle okursan anlarsın Hasan ve Hüseyin’in dedesi neden omuzlamış ağır bir yükü...

Bir Portre / Yavuz Bahadıroğlu



“Kızıl Sultan” mı “Cennet Mekan” mı?


Yeryüzünde bu kadar uç, birbirine zıt ifadelerle anılan başka bir hükümdar var mı, bilmiyorum.

Nazarımda o "ifrat" ile "tefrit" arasında kalmış, talihsiz bir Padişahtır... Bir taraf ona "Ulu Hakan" derken bir taraf "Kan dökücü" anlamında "Kızıl Sultan" demiş, "Diktatör Padişah", "Şefkatli Sultan", "Cennet Mekân", "Katil Han" gibi zıtlıklarla tanımlanmıştır.

Yeryüzünde bu kadar uç, birbirine zıt ifadelerle anılan başka bir hükümdar var mı, bilmiyorum. Kendi gerçeğinden kopardık...

Öncelikle kabul etmek gerekir ki, o bir hükümdardır. Bu özelliğiyle de bir siyaset adamıdır... Siyaset adamlarını siyasi davranışlarıyla değerlendirmek lazımdır; onun dini yahut ideolojik yaklaşımlarla çözmeye çalışmak, doğru olmasa gerektir. Abdülhamid'in siyasi yeteneği ile şahsi feraseti, nihayet İttihad ve Terekki cuntacılarının acemi ellerine geçen Anadolu'nun tepeden tırnağa sarsılması ile Balkanlar'ın ve Ortadoğu'nun o hızla kaybedilmesinde saklıdır.

Osmanlı Meclis-i Mebusanında Yahudilerin temsilcisi olarak bulunan ve Osmanlı'nın köklerini yolmakla meşgul olan Emanuel Karasso, İttihatçıların önderlerini İspanyol Mason Loncasına kaydettirip mason yapmış, böylece Osmanlı yönetimi farkında olmadan masonların kontrolüne geçmiştir.

Şunu söyleyebiliriz ki, Sultan Abdülhamid'den sonra gelişen hızlı çöküş, İttihad ve Terakkinin gafleti ile azınlıkların ihaneti sonucunda gerçekleşmiştir. "Kızıl Sultan"mı, "Cennet Mekân"mı?

Bu gelişmelerden de anlaşılacağı gibi, Sultan II. Abdülhamid, bize öğretilenin aksine, son derece ileri görüşlü, başarılı ve vatansever bir padişahtı... Tarih boyunca her türlü çıkar çatışmasının odağını teşkil eden Ortadoğu'yu tam otuz üç sene sulh ve sükun içinde yönetme mahareti, bize bunu söylüyor.

Zaten bu yüzden Filistin üstüne dini, milli ve ekonomik ütopyaları olan Yahudilerle "Büyük Ermenistan" rüyası gören Ermenilerin ve onlara yandaş Batılı devletlerin hışmına uğradı. Ona "Kan Dökücü", hatta "Kan Emici" anlamında "Kızıl Sultan" dediler. Halbuki o, şartlar gereği "müstebit" ama "müşfikti".

Otuz üç sene süren padişahlığı şefkatinin delili olarak tarihin tescili altındadır. Ki, otuz üç senede sadece üç dört adi suçlunun idam cezasını tasdik etmiş, kendisini öldürmek için arabasına bomba koyan Ermeni suikastçılar dahil, şahsına karşı cürüm işleyen suçluları dahi affetmiştir. Mithat Paşa bu affedilenlere dahildir.

Mithat Paşa, Yıldız Mahkemesinde Sultan Abdülaziz'i katletme suçundan idama mahkum edilmişken ve başta Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa olmak üzere, pek çok devlet ileri geleni bu hükmün infazını Padişahtan rica etmişken, o sadece Taif'e sürmekle yetinmiştir.

Bir Varmış Bir Yokmuş / Kralın Tohumu




Bir zamanlar ülkelerden birinde yaşlı bir kral varmış. Bu kralın çocuğu yokmuş. Yaşlandıkça kendi yerine kimi bırakabileceğini düşünmeye başlamış. İyiliksever, dürüst ve doğrulardan asla sapmayan biri kendisinden sonra kral olsun istiyormuş. Bunun için şöyle bir yol izlemiş.


Adamları ülkedeki bütün erkek çocuklarına birer çiçek tohumu dağıtmış. Kral da bu tohumlardan çıkacak çiçekler arasında hangisi en güzel olursa, kendisinden sonra o çiçeği yetiştirenin kral olacağını ilan etmiş.



Bu çocuklardan biri de İr’miş. İr kralın verdiği tohumu saksıya ekmiş. Ama uzunca bir süre beklemesine rağmen saksıda çiçek çıkmamış. Annesi, belki yanlış bir saksıya ektiği için çıkmayabileceğini söyleyince de, tohumu yeni bir saksıya ekmiş. Ama nafile, yine hiçbir bitki yeşermemiş, çiçek açmamış.

Sonunda kralın söylediği gün gelmiş. Ülkenin bütün çocukları rengârenk, birbirinden güzel çiçeklerle kraliyet sarayının önünde sıraya dizilmişler. Ellerinde çiçek olmayan, yalnızca İr varmış. İr, elinde boş saksı öylece duruyormuş.

Kral çocukları tek tek dolaşmış, çiçeklere bakmış, kimini bir iki sözle övmüş, ama yoluna devam etmiş. İr’in yanında gelince, onun boş saksısına bakıp:

“Çocuğum” demiş. “senin saksında çiçek yok ki!” İr ağlamaklı bir sesle: “Evet kralım” diye cevap vermiş. “maalesef benim tohumum büyümedi.”

Bu cevap üzerine yaşlı kral küçük İr’i kucaklamış ve bundan böyle kendisini evlat edineceğini, kendisinden sonra da onun kral olacağını duyurmuş. Meydandakiler bu işe bir anlam verememişler. Bunca güzel çiçek varken nasıl olur da saksısı boş olan bir çocuk veliaht ilan edilir diye birbirlerine sormadan edememişler.

Ahalinin merakını kral şu açıklamayla gidermiş.

“Benim dağıttığım çiçek tohumlarının hepsi daha önce sıcak sudan geçirilmişti. Yani hiçbirinden çiçek çıkması ihtimali yoktu. Ama sadece bu çocuk gerçeği bana olduğu gibi anlattı. İşte bu yüzden, benden sonra o kral olacak.” (Kore halk hikayesi)

-Kırkambar-

Kısa… Kısa…



* Açık havada dolaşmak, tabiatı seyretmek ve dinlemek sizi rahatlatır. Deneyin.

* Dostlarınızla sık sık bir araya gelmek için bahane bulun.

* Her yemekten önce ve sonra şükretmeyi unutmayın.

* Tanıdığınız insanlara hediye almayı ihmal etmeyin. Hediyeleşmek dostluğu pekiştirir.

* Sofranızda beyaz ekmek yerine buğday veya çavdar ekmeğini tercih edin.

* Lokmaları iyi çiğneyin.


* Zayıflama için rejim yapıyorsanız vücudunuzu yağdan tümüyle mahrum bırakmayın çünkü vitaminlerin bir kısmı vücuda yağlarla birlikte alınır.

* Lifli sebze ve meyveleri sofranızdan eksik etmeyin. Posalı olan bu besinler bağırsak yüzeyini korurlar.

* Sindirim sisteminin dinlenmesi ve vücuttaki zehirlerin atılması için haftada bir gün yalnızca meyve yiyin ve su için.

* Kendine yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkalarına da yapmayın.

* Çocukları önce dinleyin ve anlamaya çalışın. Bunu asla ihmal etmeyin. Onlar sizi değil siz onları anlamak zorundasınız.

* Her hata sebebiyle kendinizi veya başkalarını kınamayın. Hayatta her şey mükemmel olamaz değil mi?

* Güzel bir söz veya gülümsemeyle bile olsa mutlaka iyilik yap ve hiçbir iyiliği asla küçümsemeyin.







Bunları Biliyor musunuz?





» Balinaların yavrularını doğurup , sütle beslediklerini ve karada yaşayan canlılar gibi akciğeri ile nefes aldıklarını,

» Yavru Mavi balinaların 7 metre Boyunda ve 3 ton ağırlığında doğduklarını,bu hayvanların çok büyük olmalarına karşın başlıca besinlerinin sürüler halinde yaşayan ve kirli denilen bir çeşit karides olduğunu,





» Denizlerde yaşayan çoğu gözle görülemeyecek kadar küçük bitki ve hayvanlara plankton denildiğini,bitkisel planktonların dünyadaki tüm ormanlardan daha fazla oksijen ürettiğini,

» Planktonların olmadığı bir deniz hayatının düşünülemeyeceğini,

» Birçok balığın ve diğer deniz canlılarının bu planktonları yiyerek yaşadıklarını, planktonlar olmazsa, karalarda da hayatın olmayacağını, biliyor musunuz?