29 Mayıs, 2008

Şehvar'ın Yirmi Birinci Sayısı

Editörden

Dergimizin yirmi birinci sayısını Allah’ın izniyle hazırladım. Bu sayıda Peygamberimizden (as.) sonra Hz. Ibrahim’i tanıyalım istedim. Diğer yazılarıda inşallah beğenizsiniz. Bu arada Şehvar’ın yeni hali hakkında yorumlarınızı iletirseniz sevinirim. Kapaktaki dizeler Sezai Karakoç’un Masal adlı şiirindendir.

Esselamüaleyküm Ey ibrahim. Ey Hz. Muhammed’in (as.) atası. Ey Rabbini arayıp bulan. Ey putları kıran. Ey ateşe atılırken tevekkülü dorukta olan. Ey yumuşak huylu, çok sabırlı. Seni çok seviyorum. Seni sevdiğimi söylerken hakkında ne kadar da az şey biliyor olduğumu görmem beni utandırıyor. Seni ve dava arkadaşlarını daha iyi tanımayı istiyorum, ki tanıdıkça sizleri daha çok seveyim. Sevdikçe de inancım ve yaşayışım sizlerinki gibi olsun. Allah azze ve celle bana sizleri görmeyi nasip eder inşallah.

İstiyorum ki hayatımdan, bana hiç bir faydası olmayacak kişileri çıkartıp sizlere yer açayım. Sizleri burada misafir edeyim. Belki yarın da ben size misafir olurum.

Kuranı kerimde yirmi bir sürede, elli bir ayette ve bir de süre adı olarak ismin geçerken, Allah seni bu kadar çok anarken, beni, seni anmaktan alıkoyan nedir acaba? Şimdi o mubarek satırlardan seni okuyalım ve dua edelim:



Enam Süresi:

74-VE BİR ZAMAN İbrahim babası Âzer’e [şöyle] demişti: "Sen putları ilah mı ediniyorsun? Görüyorum ki sen ve halkın açık bir sapıklık içindesiniz!"
75-Böylece Biz İbrahim’e, [Allah'ın] gökler ve yer üzerindeki güçlü hükümranlığı ile ilgili [ilk] kavrayışı kazandırdık, ki kalben mutmain olan kimselerden olsun.
76-Sonra, gecenin karanlığı bastırdığı zaman [gökte] bir yıldız gördü [ve] haykırdı: "İşte bu (mu) benim Rabbim!" Ama yıldız kaybolunca, "Ben batan şeyleri sevmem!" diye söylendi.
77-Sonra, ayın doğduğunu görünce, "Benim Rabbim bu!" dedi. Ama ay da batınca, "Gerçekten, eğer Rabbim beni doğru yola iletmezse ben kesinlikle sapıklığa düşmüş kimselerden olurum!" dedi.
78-Sonra, güneşin doğduğunu görünce, "İşte benim Rabbim bu! Bu [hepsinin] en büyüğü!" diye haykırdı. Ama o [da] kaybolunca: "Ey halkım!" diye seslendi, "Bakın, sizin yaptığınız gibi, Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmak benden uzak olsun!
79-Bakın, ben bâtıl olan her şeyden uzak durarak yüzümü gökleri ve yeri var eden Allah'a çevirmekteyim; ve ben O’ndan başkasına ilahlık yakıştıranlardan değilim!"

Ali İmran Süresi:

67-İbrahim, ne bir "Yahudi", ne de "Hristiyan" idi, ama kendini Allah’a teslim ederek her türlü bâtıldan yüz çevirmiş biriydi; ve O’ndan başka bir şeye ilahlık yakıştıranlardan değildi.

Tevbe Süresi:

114-…Zaten İbrahim çok ince ruhlu, yumuşak huylu biriydi.

Saffat Süresi:

108-böylece o’nun sonraki kuşaklar tarafından şöyle hatırlanmasını sağladık:
109-"İbrahim'e selâm olsun!"
110-Biz iyileri böyle ödüllendiririz.

Enbiya:

52-babasına ve halkına [şöyle]: "Kendinizi bu kadar yürekten adadığınız bu biçimsel nesneler nedir?" dediği zaman,
53-"Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk" diye cevap verdiler.
54-[İbrahim:] "Doğrusu, siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık içindeymişsiniz!" dedi.
55-"Sen [bu sözle] karşımıza çıkarken tamamen ciddi misin -yoksa o şakacı insanlardan biri misin?" diye sordular.
56-[İbrahim:] "Yoo!" dedi, "Ama sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir; yani, onları O yoktan var edip düzene sokmuştur: ve ben de bu gerçeğe tanıklık edenlerden biriyim!"
57-Ve [içinden:] "Allah'a yemin olsun, siz arkanızı dönüp uzaklaşır uzaklaşmaz putlarınızı yere sereceğim!" diye ekledi.
58-Ve en büyükleri dışında [putların] hepsini paramparça etti; belki dönüp (bu olup biten için) ona başvururlar diye.
59-[Dönüp de olanları görünce:] "Kim yaptı bunu tanrılarımıza?" diye sordular, "Her kimse, o'nun çok zalim biri olduğundan kuşku yok!"
60-İçlerinden bazıları: "İbrahim denen bir gencin o [tanrı]ları diline doladığını işitmiştik" dediler. 61-[Berikiler:] "Onu insanların karşısına çıkarın, [aleyhine]
tanıklık etsinler!" dediler.
62-[İbrahim onların yanına getirilince, o'na] "Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın, ey İbrahim?" diye sordular.
63-[İbrahim:] "Bu işi, belli ki, şu yapmıştır, putların en irisi yani: ama en iyisi, siz kendiniz onlara sorun; tabii, eğer konuşmasını biliyorlarsa!"
64-Bunun üzerine birbirlerine dönüp: "Doğrusu, asıl zalim olan sizlermişsiniz!" dediler.
65-Ama çok geçmeden yine eski düşünce tarzlarına döndüler ve [İbrahim'e:] "Bu [put]ların konuşamadıklarını kendin de pekala biliyorsun!" dediler.
66-[İbrahim:] "O halde" dedi, "Allah'ı bırakıp da, size hiçbir şekilde ne yararı ne de zararı dokunmayan şeylere mi tapınıyorsunuz?
67-Yazıklar olsun size de, Allah yerine tapınıp durduğunuz bütün bu nesnelere de! Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?"
68-"Eğer (bir şey) yapacaksanız" dediler, "bari o'nu yakın da, böylece tanrılarınıza arka çıkmış olun!"
69-[Ne var ki] Biz "Ey ateş, serin ol, İbrahim'e dokunma!" dedik.
70-Bu arada onlar İbrahim'e tuzak kurmaya çalıştılar; ama Biz onların bütün yapıp-ettiklerini boşa çıkardık.

Bakara Süresi:

258- SIRF Allah kendisine hükümdarlık bağışladığı için İbrahim ile Rabbi hakkında münakaşa eden o [hükümdar]dan haberin yok mu? Hani İbrahim: "Rabbim hayat veren ve ölüm dağıtandır!" demişti. Hükümdar cevap vermişti: "Ben [de] hayat verir ve ölüm dağıtırım!" İbrahim: "Allah güneşi doğudan doğdurur; öyleyse sen de batıdan doğdur!" demişti. Bunun üzerine, hakikati inkara şartlanmış olan o kişi hayretler içinde kaldı: Allah [bile bile] zulüm işleyen toplumu hidayete erdirmez.

-Tesettürlü Hanımefendilere ve Hanım Kızlara Açık Mektup-

MUHTEREM ve afif (iffetli) İslâm hanımlarına: Selam ve ihtiramlarımı (saygılarımı) takdimden sonra... Tesettür konusunda sakın kâfirlerin, fâcirlerin, münafıkların ve mürtedlerin sözlerine, yönlendirmelerine uymayınız. Yüce dinimizin muhkem (kesin), müttefakun aleyh (üzerinde birleşilmiş) hükümleri, farzları, haramları bellidir. Bunlar muteber ve güvenilir din kitaplarımızda açıkça yazılıdır. Hepsinin Kur’an’da, Sünnette delilleri vardır. Hepsi icmâ-i ümmetle te’yid edilmiştir.

Bu devirde birtakım insanlar dinimizin tesettür emrini bozmaya, çarpıtmaya, değiştirmeye, çığırından çıkartmaya çalışıyor. Onlar insî şeytanlardır. Onlara uyanlar çok aldanır, çok zarar ve ziyan ederler.

Peygamberimiz tesettür konusunda ne demişse, ne emr etmişse, neyi yasaklamışsa doğrudur, haktır. Sakın O’na muhalefet etmeyesiniz.

Yüce Peygamberimiz kadınların saçlarını deve hörgücü gibi topuz yapmalarını kesin olarak yasaklamıştır. Bu konuda çok güvenilir, çok sağlam, çok muteber din kaynaklarında bilgi bulunmaktadır.

Başını örten bir Müslüman kadın, Peygamberin yasakladığı bir şekilde örtünemez. Resûlullah, deve hörgücü gibi topuz yapılmayacak diyorsa, ona uyulacaktır.

Bu konuda birkaç hadîs-i şerif bulunmaktadır. Biri, Sahih-i Müslim’dedir. Meali şöyledir:

“Ateş (cehennem) ehlinden iki sınıf vardır, ben onları henüz görmedim (ileride zuhur edeceklerdir). (Birinci sınıf:) Yanlarında sığır kuyruğu gibi bir şeyler taşıyıp onlarla insanlara vuran kimseler... (İkinciler:) Giyinmiş çıplak kadınlar ki, bunlar Allah’a taatten (itaatten) dışarı çıkmışlardır. Bunlar (hem kendileri baştan çıkmıştır), hem de başkalarını baştan çıkartırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu gibi kadınlar, Cennet’e girmek şöyle dursun, onun kokusunu bile alamazlar. Halbuki Cennet’in kokusu şu şu şu kadar uzak mesafeden hissedilir.” (Hadîs-i şerifin râvisi, Ebû Hureyre radiyallahu anh hazretleridir.)

Dinî bir konuda kesin emir ve yasak varsa biz Müslümanlar bunları tartışamayız. Ancak dinsizler, münafıklar tartışır. Sakın onlara uymayalım.

Mürtedlerin din hakkında konuşmaya hiçbir hakları ve salahiyetleri yoktur.

Bu devir rant devridir. Birtakım adamlar dinî konuları, değerleri, hükümleri, kurumları kendi âdi çıkarlarına âlet etmektedir. Dine, Şeriata, fıkha, ahkâm-ı İslâmiyeye, sünnete uygun tesettür kıyafetlerinin yapılması ve satılması elbette caizdir ama bu saydıklarımın dışında kalan dine aykırı sahte ve çarpıtılmış tesettür kıyafetlerinin ticaretinde büyük günah ve vebal vardır.

Dün mayo ve deniz kıyafetleri teşhir eden mankenler kiralanıyor, bugün onlara din dışı tesettür giysileri teşhir ettiriliyor.

Manken başına renkli bir bez örtmüş... Takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş... Podyumda kırıta kırıta, şehevî arzuları kamçılayacak bir şekilde yürüyor... Böyle tesettür olmaz. Bu tesettür değil, anti-tesettürdür.

Tesettür konusunda Yüce Allah ayet indirmiştir. Yüce, peygamber (salat ve selam olsun O’na) bu konuda ümmetine talimat vermiştir. Peygamberin vekilleri, vârisleri, halifeleri olan rabbanî ve ‘âmil ulema, fukaha, müctehidîn-i kiram âyetleri ve hadîsleri yorumlamışlar ve Yüce Şeriatın hükümlerini ortaya koymuşlardır.

Alnı ömürlerinde bir kere secdeye varmamış birtakım politikacılar, gazeteciler, yazarlar, düşünürler (veya düşünmezler) bu gibi dinî konuları mıncıklamasınlar. Onlar uzmanı olmadıkları bu konularda konuşamazlar, yazamazlar. Konuşup yazsalar bile fikirlerinin, görüşlerinin, hükümlerinin hiçbir kıymeti yoktur.

Şazz fikirli mezhepsizlerin, bid’atçilerin, Kitab ve Sünnet dairesi dışındakilerin de bu konulardaki fikir ve görüşlerini dinlemeyiniz, fetvalarına, ruhsatlarına önem vermeyiniz,

Birtakım hafif akıllı kadınlar ve kızlar (aklı başında olanları tenzih ederek yazıyorum) tesettür konusunda doğru yoldan çıkmışlardır.

Zamanımızda “başları örtülü çıplaklar” vardır.

Ciddî ve vakarlı bir İslâm hanımı ve kızı, erkeklerin şehvet bakışlarını çekecek kıyafetlere bürünemez.

Vücut hatlarını gösteren ince elbiseler giymek haramdır.

Meydanlarda, caddelerde, toplu taşıma vasıtalarında, umuma açık yerlerde İslâm kadınlarının ve kızlarının çıngıraklı kahkahalar atarak dikkat çekmeleri terbiyeye ve görgüye aykırıdır.

Tesettürün iffet ve haya ile birlikte olması gerekir. Tesettür ile bayağılık, pespayelik, adilik bir yerde olmaz.

Ben kendimden konuşmuyorum, yazdıklarım muteber ve güvenilir din kitaplarında vardır.

Fâsıkların, fâcirlerin, reformcuların, mürtedlerin iğvalarına (aldatmalarına) kanmayınız, tuzaklarına düşmeyiniz.

Kur’an ne diyorsa doğrudur. Peygamber ne demişse doğrudur. Rabbanî ve ‘âmil din âlimleri müttefakun aleyh konularda ne yazmışlarsa hepsi doğrudur. Teferruata (ayrıntılara) ilgili konularda bazı farklı görüşler ve yorumlar vardır. Kitaba, Sünnete, icmâya aykırı olmamak şartıyla onlar da geniş bir rahmettir.

Şeriat, saçlar deve hörgücü gibi topuz yapılmayacaktır diyorsa, o yasağa uymalıyız.

İslâm düşmanları bu konularda istedikleri kadar zırlasınlar. Kulak asmayalım, okumayalım, önem vermeyelim. Onların ekmeklerine yağ sürmeyelim. Onlar tesettür konusunda ahkam kesmeyi bıraksınlar da, TC’li resmî vesikalarla kadınlara fuhuş yaptırılmasının, bu fuhuş karşılığında makbuz almanın, KDV ve gelir vergisi ödemenin uygarlığa, kadın haklarına ve haysiyetlerine, ahlâka ve fazilete uygun olup olmadığı konusunda cevap versinler.

Hiç ses çıkartmadıklarına göre bu uygulamayı beğeniyorlar ve doğru buluyorlar her halde...

Ehemmi Mühimme Tercih Etmek

Evrensel hikmet/bilgelik ilkelerinden bîri de “ehemmi mühimme tercih etmektir”, yani en önemli olanı, önemli olandan öne almaktır. Yeterli din ve dünya ilimleri edinmemiş kimseler, bu ilkeyi bilmedikleri için ömürlerinin kıymetli günlerini, haftalarını, aylarını ve yıllarını hiçbir faydası olmayan boş şeylerle, gevezelik ve zevzekliklerle, dedikodularla geçirirler.

Günlük politika dedikodularının ne dünyaya ne âhirete faydası vardır. Bundan 125 sene önce insanlar Filan Paşa şöyle yaptı. Hariciye Nazırı şu toplantıya katıldı. Falan Vezir azl edildi, Feşmekan Zat Şeyhülislam oldu gibi konuşmalar yapıyorlardı. Şimdi onların adlarını bilen kalmadı. Bugün, çok önemli sandığımız günlük taze ve meraklı dedikodular da bir müddet sonra böyle olacaktır.

Bir Müslüman için çok önemli konular nelerdir?
1. Sahih itikad sahibi olmak.
2. Bu sahih itikadı korumak.
3. Ömrünün ölümüne iman ile bitişmesi için çalışmak.
4. Çıkacağı uzun, çetin, tehlikeli, ahiret yolculuğu için azık toplamak.
5. Kendisini kurtaracak derecede faydalı, lüzumlu, değerli, bilgileri öğrenmek.
6. Bu bilgileri hayatına uygulamak.
7. Hayır hasenat yapmak.

Kendilerini dindar zanneden öyle Müslümanlar görüyorum ki, hafıza dağarcıklarında binlerce boş isim, konu, referans var; lakin Allahü Teala’nın 14 sıfatını ezberlerine almamışlar.

Öyle sahte sofular görüyorum ki, kendi cemaat büyükleri tenkid edilince dehşetli ve ölçüsüz tepki gösteriyorlar, aşırı şekilde öfkeleniyorlar, sövüp sayıyorlar. Lakin Peygamber Efendimize (Salat ve selam olsun O’na) hakaret edilince hiç tınmıyorlar, savunmuyorlar, gereken tepkiyi göstermiyorlar. İşte böyleleri, ehemmi mühimme tercih edemeyen dengesizlerdir.

Gevezelerin ve zevzeklerin çok önemli çok değerli, çok hayatî sandıkları nice aktüel konu vardır ki, iki rekatlık bir sünnet namazının binde biri kadar önem taşımaz.

Müşriklerin, kâfirlerin, münafıkların, mürtedlerin saçma sapan şeytanî ve saptırıcı gündemlerine itibar etmeyelim. Ehem ve mühim olan konuları, bırakıp, faydasız, fuzulî, zararlı konularla ömrümüzü ve vaktimizi israf etmeyelim,

Ehem ve mühim şeyler hangi kaynaklarda yer almaktadır: Kur’an’da, Sünnette, fıkıhta, şeriatta, ahkâm-ı sultaniyye’de, ahlâk ve tasavvufta...


Mehmet Şevket Eygi/ Milli Gazete

Tv İzleyen Ölüler

Gazetelerin birinci sayfalarını okumaktan sıkılalı çok oldu. Mecburiyetten okuyorum doğruyu söylemek gerekirse. Bu ülkenin gündemine cebren ve hileyle sokulan gündem maddeleri son derece can sıkıcı... Buna bir de sırf insanların ilgisini, dikkatini, şehvetini çekiyor diye baş sayfalara kondurulan saçmalıkları ekleyince durum daha da vahim hale geliyor. Neyse ki dünyanın enteresanlıkları henüz tamamen tükenmiş değil. O enteresanlıklar hâlâ küçük küçük yerler bulabiliyor gazetelerde kendilerine. Bu küçük, ama içlerinde müthiş hikayeler barındıran haberleri arayıp bulmayı seviyorum. Dün okuduğum ve uçuk kaçık hikâyeler yazmış bir adam olarak gerçekten inanılmaz bulduğum şu küçük habere bir bakın hele:

“Hırvatistan'da bir kadın, ölümünden tam 42 yıl sonra siyah-beyaz televizyonunun karşısında otururken bulundu.”

Böyle bir hikâye benim aklıma gelmezdi. Muhtemel ki hayatımda gördüğüm en uçuk kaçık romanları ve hikâyeleri yazan adamlardan mesela Kurt Vonnegut'un, mesela Spencer Holst'un ve yine mesela okuduğum bir kitabını da filmleri kadar hayal ötesi bulduğum Tim Burton'ın da aklına gelmezdi böyle bir karakter, böyle bir hikâye... Ama hayat yazıp önümüze koyuyor işte. Hem de sinir bozucu gazetelerin tenha köşelerine...

Dönelim şimdi habere... Kadının adı var, Hedviga Golik... 1924 doğumlu... Mumyalaşmış cesedinin bulunduğu günden tam 42 yıl önce televizyon izlemek üzere koltuğuna oturmuş. Doğal olarak televizyonu siyah beyaz... Haberde televizyonun hâlâ bir şeyler gösterip göstermediğine dair bir bilgi verilmemiş ne yazık ki... Ama şöyle bir detay var; zamanının en ileri teknolojisine sahip fiyakalı bir televizyonmuş.

Hırvat polisi de benim kadar şaşırmış böyle bir olayın nasıl olup da yaşanabildiğine... Yani 42 yıl boyunca nasıl olup da hayatın içinde bir ölü olarak yer işgal edebildiğine... Bu da Hedviga Golik'in hikâyesi işte... Komşuları onu en son 1966 yılında görmüşler ve daha sonra da Zagrep'teki evine taşındığını zannetmişler. İcra memurları kapıyı kırınca bu olağanüstü durum ortaya çıkmış. Neyin icrası bu diye düşünülebilir. Muhtemelen 42 yıllık birikmiş elektrik ve su borçlarının icrası...

Gerçekten olağanüstü bir hikaye... Hırvatistan'da hayat nasıldır bilmiyorum. Ama Hedviga Golik bizim ülkemizde yaşıyor olsaydı, TV karşısında ölü geçirdiği o 42 yılın ne kadarını yine TV karşısında geçirirdi diye düşünmeden edemedim. Malûm, geçen yıl ABD'yi sollayarak TV karşısında en fazla vakit geçiren toplum olma başarısını (!) gösterdik. Kimilerine göre kitap okuma sıralamasında ise dünya sonuncusuyuz. Demek Hedviga Golik bizim aramızda yaşasaydı, daha uzun süre fark edilmeyebilir, mesela bu akşam “Var Mısın, Yok Musun?”u izliyor olabilirdi. Bir ölü olarak... Teklif ne olursa olsun, onun cevabı hep aynı olurdu tabii: Yokum!

Peki bizler hayatta mıyız?

Var mıyız, yok muyuz?

TV karşısında saatlerce oturup kaldığımız kesin de, ölü müyüz, sağ mıyız? Ölçümüz nefes alıp vermekse, elbet sağız, buradayız. Peki ya ölü olmak, Hedviga Golik gibi boş gözlerle televizyona dalıp gitmekse!..

Hâlâ hayatta mıyız?


Gökhan Özcan / YeniŞafak

28 Mayıs, 2008

-Modern Hayat ve Annesizlik Çağı-

İçinde yaşadığımız modern çağ; anne babaların çocuklarına söz geçiremedikleri bir çağdır. Evinde çamaşır katlayan kadın istiyor ki, çocuğu da çamaşır gibi kendisine kolayca katlansın. Ama bu hiç de öyle kolay olmuyor.

Evler hızla kapılardan dışarı aktığı için ailenin eğitici fonksiyonu hükmünü yitirmiş halde. Modern hayat ilk önce evlerin içini boşalttı. Sadece az çocuklu çekirdek aile tipini özendirmekle kalmadı, aynı zamanda aile fertlerinin birbirleri üzerindeki etki ve örnekliğini de yok etti.

Evler dinlenme ve geceleme yerleri olmanın ötesine gitmediğinden ev kültürü diyebileceğimiz ortak bir hafızadan bahsetmek bir hayli güç. Şimdi anne babalar çaresiz kaldıkları çocuklarının okul tarafından adam edilmesi ümidiyle yaşıyorlar.

Deneyim ve tecrübenin hür teşebbüs ve atılımcılıkla yer değiştirmesi sonucu anne ve babaların çocukları gözündeki kültür aktarıcılığı da anlamını kaybetti.

Büyüklere sorup istişare etmek artık bir tür toyluk olarak algılanıyor. Hâlbuki anne ve babalar da bulundukları yere yine bir ebeveynin çocuğu olarak geliyorlar. Başta din eğitimi olmak üzere halk eğitimin bireyler arasında bir türlü aşı tutmamasının sebebi, işte bu ailevi temellerden yoksun oluşundandır.

Aşırı uyarılma ve insanın insana tahammülsüzlüğü gibi sebeplerden dolayı, her geçen yıl boşanma vakaları ikiye katlanırken, aile içi sadakatsizlik vakayı adiyeden sayılır hale gelmiştir.

Yapılan araştırma ve anketler neticesi, lise çağındaki gençlerin yarısı alkol kullanırken, uyuşturucu yaşı 10–11 yaş seviyesine kadar düşmüş durumdadır.

İşin garip tarafı, etkili ve yetkili hiç kimse şöyle bir durup da ‘nereye gidiyoruz?’ diye sorup sorgulamıyor.

Kimi çağdaş kadınlar anneliği kadınlığın karşısında bir erkek dayatması olarak görüp hafife almaktan çekinmiyorlar.

Bu tanımsız kadın anlayışı aynı hızla devam ederse korkarım anneler günü bile ilerde laikliğe aykırı, gerici bir gün olarak anılmaya başlanacaktır. Mesela birisi kalkıp annelerin ayaklarının altının cennetten arındırılması gerektiğini ciddi ciddi söyleyebilecek ve biz bu duruma hiç ama hiç şaşırmayacağız. Çünkü farkında olmadan her bir şeyin anası olan “anne”yi kaybettik.

Toplum annesiz bir çocuk gibi yalnız ve gideceği yeri kestiremeyecek denli yönsüz. Anneler kaybettikleri çocuklarını bulamadıkları için kaybetme korkusuyla dünyaya yeni çocuklar getirmek istemiyorlar.

Bilimden sanata hayatın her kesitinde ucu kaçmış ilmek gibi annesizliğin yokluğunu hissediyoruz bugün. Onun rahle-i tedrisinden mahrum kalıp alamadığımızı hiçbir bilim dalı karşılamaya yetmiyor. Ne öğrendikse o ana membadan yani annemizden öğrendik.

Bediüzzaman’ın dilinden de bu itiraf dökülür: “Seksen yıl, belki seksen hocadan ders aldım. Ama sekiz yaşında annemden aldığım derse hiçbiri uymaz.”

İnsan bilgileri içinde anneye yaslı olarak elde edilen çocukluk bilgilerinin önüne hiçbir bilgi geçemez. Onun için ‘çocukluk büyüklüğün babasıdır” derler.

Kişiyi çocuk yaşta babalığa hazırlayan, onun kişiliğini gergef gergef dokuyan yine annesidir.

Herkesin her şeyi herkesten iyi bildiğini sanıp kendini müstağni gördüğü çağda anneler birer birer kendi semalarına çekiliyor. Onlara senede bir gün uzaktan dokunup gülümsemek için icat ettiğimiz gün şimdi yerini yadırgıyor. Ne hazin, ona vermek için uzattığımız gül bile daha eline değmeden havada soluyor!

Okul dönüşü pencereden yolumuzu gözleyen o kadın annemiz, ama biz o çocuk değiliz.



Hüseyin Akın/Milli Gazete

Bir Devlet Ne Zaman Çöker?

Kanuni Sultan Süleyman, muhteşem bir konuma getirmiş olduğu devletin akıbetini biran hayal eder. Günün birinde Osmanlıoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı? diye derin bir düşünceye dalar...

Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi, meşhur alim ve veli Yahya Efendi Hazretlerine sorardı. Bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendi Hazretlerine gönderir...

“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi tenvir buyur. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akibeti nice olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı?” şeklindeki mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendi Hazretleri’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir mana taşımaktadır:

“Neme lazım be Sultanım”

Topkapı sarayında bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mana veremez... Yahya Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla bu işi geçiştireceğini de pek düşünemez. Söylenmeye başlar...

“Aceb, bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?”

Nihayet kalkar, Yahya Efendi Hazretleri’nin Beşiktaşdaki dergahına gelir... Sitem dolu sorusunu tekrar eder. “Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

Yahya Efendi Hazretleri duraklar. “Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.” “İyi ama bu cevaptan ben birşey anlamadım. Sadece ’neme lazım be sultanım’ demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.” Yahya Efendi Hazretleri bu cevaptan sonra şu ibret verici açıklamasını yapar:

“Sultanım! Bu devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de neme lazım deyip uzaklaşsa, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizlese, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese... İşte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir.”

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan söyleneni başını sallayarak tasdik eder. Sonra da kendisini böyle ikaz eden bir alime devletinin sahip olduğu için Allah(cc) a şükreder... Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak dergahtan ayrılır.

(Mektup bugün Topkapı’da sergilenmektedir.)

-KIRKAMBAR-

Bir ayet:
Bütün müminler kardeştir. O halde, [her ne zaman araları açılırsa] iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki O'nun rahmetine nail olasınız. 49/10

Bir Hadis:
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim korkarsa akşam karanlığında yol alır. Kim akşam karanlığında yol alırsa
hedefine varır. Haberiniz olsun Allah'ın malı pahalıdır, haberiniz olsun Allah'ın malı cennettir."

Neden? Niçin? Nasıl?

Neden Esneriz?
Sadece uykumuz gelince mi esneriz? Esneme bulaşıcı mıdır? Aslında esnemenin ve fizyolojisinin ardında yatan gerçek hala tam olarak bilinememektedir. Önceleri esneme, insanın yorgun olduğu zamanlarda kandaki oksijen miktarını artırmak için vücudun yaptığı bir solunum sistemi refleksi olarak düşünülüyordu. Yapılan deneylerin sonucunda, esnemenin, solunum olayına kısa bir destek verdiği, ancak onun önemli bir fonksiyonu olmadığı tespit edilmiştir. Hem burnumuzla, hem de ağzımızla nefes alabilmemize rağmen, kapalı ağızla esnemek mümkün değildir. En çok ve sık esnemenin olduğu zaman, sabah uykudan kalkma vaktidir. Ortalama bir esneme 6 saniye sürer. Sadece insanlar değil, kediler, kuşlar, fareler ve birçok canlı türü de esner. Ancak farklı türlerdeki bu davranış biçimi, aynı fonksiyona yönelik olabilir mi? Örneğin insanların gülme olarak yaptığı yüzdeki kas hareketi diğer bazı canlılarda korkunun ifadesi olabilmektedir. Yapılan araştırmalarda, hayvanların daha çok dikkat gerektiren bir olayı karşılama sırasında esnedikleri, insanların ise, tersine dış uyanlarda azalma olduğunda esnedikleri saptanmıştır.Derslerde canı sıkılan öğrencilerin değil de, canı sıkıldığı halde uyumamaya çalışanların daha çok esnedikleri gözlemlenmiştir. Bir diğer görüşe göre de, sınava girecek bir öğrencinin veya yarışa girecek bir atletin çok esnemesinin sebebi, organizmanın kendini sakinleştirmesidir.


Kaplumbağalar hiçbirşey yemeden 3-4 yıl dayanabilirler.
Güneş ışıklarının çok az bir kısmı bizim gezegenimize gelir.
Dünyada ilk araba vapuru, Osmanlı Devleti’nde 1870`de Şirket-i Hayriye için, İngiltere’de yaptırılan Suhûlet`tir.
Bir fare susuzluğa bir deveden daha fazla dayanabilir.
Bir istiridye türü yüz yıldan daha uzun yaşayabilir.
Kaptan Cook, Antartika hariç bütün kıtalara ayak basan ilk insandır.
18 Şubat 1979 tarihinde sahra çölüne kar yağmıştır.
Astronotlar ağlayamaz. Uzayda yerçekimi olmadığı için gözyaşları akamaz.
Peru`da hiç umumi tuvalet yoktur.
Filler zıplayamayan tek memelidir.
Timsahlar dillerini dışarı çıkaramazlar.

24 Mayıs, 2008

Erenköylü Muko




Bana göre dünyanın en kısmetli köpeğidir Muko.


Evi sokaklar, bazen de kendisini seven birinin yanı.


Sahibi bütün Erenköy halkı.


Kendi halinde, gayet sakin, sevecen.


Çocukları çok sever. Sabahları onları ta okulun kapısına kadar getirir, selametler.


Dayımın dükkanı mekanlarından biri, orada kış geceleri yağmur ve soğuktan korunur. Beş yıldızlı otellerinden...


Maceraları anlatmakla bitmez. Geçenlerde hastalandı. Doktora gitti eğzema olmuş on beş gün yatırdılar. Masrafları dayım ve bir kız ödedi.


Muko çok akıllı bir hayvan, ne derseniz anlar. Trene binip gezintiye çıkar. Okul servislerinde onu seven öğrencilere eşlik eder.


Erenköylülerle mutlu, mesut yaşıyor. Hangi sokak köpeği onun kadar seviliyordur. Muko'yu tanıyan herkes sever.