Siteme hoş geldiniz.Burada yayınlanan yazılar benim okuyup da beğendiğim ve sizlerle paylaşmak istediğim, kaynak gösterilerek yayınlanan yazılardan oluşuyor.Blog sahibesi olan ben, siz misafirlerime keyifli okumalar diliyorum.
09 Aralık, 2010
Küçücük Bir Kızın İçindeki Başörtü Ve ALLAH Sevgisi...(İbretlik ve yaşanmış hikâye)
Başörtüsü ile ilgili herkesin bir örtünüş hikâyesi ve daha sonrasında yaşadığı müsbet ya da menfî hadiseler vardır. Kızım, başını henüz birinci sınıfa giderken örtmüştü. Yedi-sekiz yaşlarındaydı. Fırfırlı, süslü, güzel ve küçük başörtüleri vardı. Büyük, küçük herkesin ifadesi ile, başörtüsü çok yakışıyordu ona. Bazı büyük hanımlar, “Böyle güzel yakışsa biz de örtünürdük” diyorlardı ama, bu tabiî ki mazeretti. Sanki sadece yakışanlar örtermiş de, yakışmayanlar o emirden muaf tutulmuş gibi. Bazen de çok küçük olduğunu, daha sonra da örtse olabileceğini dile getirirlerdi. Bir gün dedim: “şu anda başınızı örtmenize engel nedir?”
Dediler ki: “Yaşımız epey geçti, zor geliyor. Belki daha erken olsaydı, nefsimize zor gelmezdi.”
“Bakın, kendiniz îtiraf ettiniz işte, ben kızıma 15-16 yaşından sonra örtünmesini teklif etsem, belki zor gelecek, kabul etmekte zorlanacaktı.”
“Doğru!” dediler. Bu arada bir soru daha buldular.
“Peki şu anda sizin zorunuzla değil de, kendi arzusu ile mi örtünüyor acaba, ne dersiniz?”
Ben de şu hadiseyi anlattım onlara:
“Birgün, bir kaç genç kız gelmişti, hemen yanımızdaki meslek lisesinden. Başörtüsü hakkında, ahiret, cennet ve cehennem hakkında çok çok konuştuk onlarla. Sonradan okul haricinde başlarını örtmeye başlamışlar. Onlar gittikten sonra kızımla başbaşa kalınca ona sordum. Biraz da örtünmesindeki şuur derecesini merak etmiştim. Acaba neyi, ne kadar anlıyordu?
“Kızım, sen daha pek küçüksün. istersen bir-iki sene sonra da örtünebilirsin. Seni zorlamış olmayalım, ne dersin?”
Bir an durakladı. Sonra gözlerinden inci gibi yaşlar dökülme ye başladı. “Anne, o kızlara anlatırken de dedin, ölüm ne vakitte gelecek belli değil. Beni cehenneme mi lâyık görüyorsun. Ya olur da ben böyle küçük yaşımda ölürsem, ALLAH’a ne cevap vereceğim? Ben başımı bir kere örttüm, artık açmam!”
Hanımlar ibretle dinlemişlerdi ve onlarında gözlerinde yaş vardı. Dedim ki, “şimdi şu cevap, şuursuz bir cevap mı? istemeyerek yaptığına dair ne hissettiniz?”
“Tamam. Zorlamadığınıza dair kanaat sahibi olduk. Zaten o küçük kız, fırsat buldukça, bahçede otururken herşeyi bize anlatıyor. Etkilenmiyor değiliz, ama yapamıyoruz işte. Ne mutlu ona!”
Bir gün kızımı bakkala yollamıştım. Daha sekiz yaşlarındaydı. çocukluk bu ya, başörtüsünü evde unutup gitmiş. Siparişlerini vermiş. Bakkal hazırlarken birden “Bakkal amca, sen hazırlayadur. Ben başörtümü evde unutmuşum! Gidip örtüp geleyim.!
“Kızım alacaklarını vereyim de, öyle git. O zaman örtersin.”
“Olmaz! Hemen gidip, almam lâzım. Gecikemem!”
Adamcağız hem gülmüş, hem düşünmüş. “Peki o halde, ört de gel başörtünü” demiş. Sonradan, bana da anlatmıştı bu hadiseyi bakkalımız. “çok hoşuma gitmişti onun şirin hali. Küçük ama, şuurlu” demişti.
Yine bir gün bakkalda, son derece açık ve yaşlı bir bayan, küçücük kızıma çıkışmış: “Bak bana! Niye örtünüyorsun sen? Cevap ver!” demiş. Dükkân, müşteri dolu… Herkes sıra bekli- yor. Böyle amansızca soru soran bir kadına, çocuğun ne cevap vereceğini merak ederek, beklemeye başlamışlar. Kızım hiç bozuntuya vermeden, soruyu ona iâde ederken, “Siz neden örtünmüyorsunuz ki? Siz cevap verin, ben de cevap vereceğim!” Kadıncağız kızarmış. Hiçbir cevap veremeden, öylece donmuş kalmış. Alacaklarını almadan, çıkıp gitmiş. Eve gelince sormuştu kızım: “Anne ne o cevap verdi, ne de ben. Ama bakkaldaki herkes benim başımı okşadı, neden?”
İşte böyle. Çocuk bile olsa, başörtüsü ile ilgili birçok macerası çıkabiliyor demek. Hatırladıklarım bu kadar. Elbette daha pek çok vardı. Fakat, bunlar da epey ibretli, ne dersiniz?
Bütün örtünmemekte ısrar eden kalplere tesir etmesi duası ile…
Editörden:
Bu anneyi takdir mi ettiniz? Davranışı, tutumu hoşunuza mı gitti? Ben de onun gibi olabilsem mi dediniz? Acele etmeyin. Dergiyi elinizden bıraktığınız anda, nefsiniz size yine “çok düşünceli, her şeyi evladı için isteyen” bir anne olduğunuzu fısıldayacak. Siz de, bu fısıltının, şeytan değil de kalbinizin en derin yerinden ve size verilen merhamet duygusundan geldiğini sanacak ve yine, evladınızın gerekli gereksiz herhangi bir ihtiyacını karşılamak üzere işe koyulacaksınız. Henüz dergi elinizdeyken size daha yürekli bir anneden söz edeyim azıcık.
Yıllarca evladı olmayan bir kadın, çocuğu olacağını öğrendiğinde onu hemen kendisine hediye edene en güzel şekilde iade eder ve “Bir vakit İmran ailesinden bir kadın, "Ey Rabbim! Rahmimdeki [çocuğumu] Senin hizmetine adayacağıma söz veriyorum. Benden bunu kabul et: Doğrusu, yalnız Sen, her şeyi duyan, her şeyi bilensin!" … 3/35 der. Nasıl olurda özlem dolu bir anne bunu yapabilir demeyin. Bu ancak hasret çeken, evladının hayatını ve geleceği(ahiret) garanti altına almak isteyen bir annenin yapabileceği bir şeydir.
Bize kalsa, hiçbir anne bunu yapamaz! Yapmamalı! Minicik yavrusunu, anne sevgisinden, evinden, gözünün önünden ayırmamalı. Korumalı! Kayırmalı!..
Bize kalsa, böyle bir davranışı; Yapmamalıyız! Yapmamalısın! Yapmamalıyım! Bize kalsa, biz böyle yaparız ve doğru yaparız.
Evladı; kendimize, okula, sınavlara, işe, patrona, eğlenceye, dünyaya vs. değil de Allah’a adamak, O’nun hizmetine sunmak, hangimizin yapabileceği ya da yapmayı aklının ucundan geçirebileceği bir şeydir?
Hanne; İmran’ın eşi, Meryem’in annesi, bunu akıl etmiş, düşüne bilmiş ve yapmış. Meryem, Allah’a adandığı için hiçbir şeyden mahrum kalmamıştır. “VE O ZAMAN melekler "Ey Meryem!" dediler, "Allah seni seçti ve tertemiz kıldı; seni bütün dünya kadınlarının üstünde (bir konuma) çıkardı.” 3/42 Bu da kanıtıdır.
Acaba bizler, evlatlarımızı nelere adıyor, nelerden mahrum bırakıyoruz???
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder