Sekülerleşmeye bağlı olarak “din” giderek “ten” sınırlarına hapsolan bir “meseleye” dönüşüyor. Buna bağlı olarak dinin günlük hayattaki birçok tezahürü kimi çevrelerce “külfet” kimilerince “tehdit” olarak algılanıyor. Namaz da bunlardan biri. Mesela bir köşe yazarımız Cuma vakti mescidin arkasına taşan müminleri “işgalci” güçler gibi değerlendirmişti yazısında. Öte yandan “sekülerleşme” sürecinin sebep olduğu kafa karışıklığı “namaz”la ilgili kanaatlerimizde de kimi zedelenmelere sebep oluyor. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen “namaz” gündemimizden çıkmış değil. Tam tersine namaza olan ilgi her geçen gün artıyor. Namazı anlatan kitaplar yayınlanıyor, platformlar kuruluyor.
Namaz’ın insanı koruduğu Ankebut Süresi 45. ayette açıklanır. Mealen “Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” Denir bu ayette. Konuyla ilgili bir de Mahmut Toptaş Hoca’nın ilginç bir anekdotu var. 1970’li yıllarda Fransa’ya gitmiş. Orada Fransız bir hanımın soruları üzerine Toptaş Hoca da, o Fransız hanıma Hamidullah Hoca’nın “İslâma Giriş” isimli eserinin Fransızca tercümesini vermiş. O hanım daha sonra Toptaş Hoca’ya gelerek Müslüman olmak istediğini; ancak bunun için bir şartının olduğunu söyler. Fransız bayanın şartı domuz etiyle ilgilidir. “Ben Müslüman olmak istiyorum; ancak domuz etini çok seviyorum. Verdiğiniz kitapta domuz etinin haram olduğu yazılıyor.” Toptaş Hoca da ona cevaben, “Sen Müslüman ol, domuzu sonra halledersin” der. Hanım Müslüman olup namaza başladıktan kısa bir zaman sonra, söz konusu hanım, hocaya “Ben artık domuz yemiyorum, mademki Rabbim emretmiş, ben de artık yemiyorum” demiş. Toptaş Hoca da bu durumu şu sözlerle değerlendirmiş: “Ben biliyordum ki Ankebut 45’te ‘Namaz kötü işlerden alıkoyar’ deniliyor. Ondan dolayı o hanıma ‘Önce sen Müslüman ol, sonra domuzu halledersin’ dedim. Çünkü ya namaz domuzu kovar, ya da domuz namazı kovardı, ikisi asla bir arada durmazdı ve durmadı da.”
Bir hadiste “Dinin direği” olarak tanımlanan namazı en güzel anlatan metinlerimizden biri Mızraklı İlmihal. Mızraklı İlmihali bize hatırlatan ve metnini kütüphanemize kazandıran İsmail Kara’ya olan vefa borcumuzu dile getirdikten sonra gelin sözü yüzyılların damıttığı metne bırakalım: “Ezan-ı Muhammedî okundukta İsrafil aleyhis’s-selâm Sûr’a üfürü(yor) deyü ve abdeste kalkarken kabrimden kalkıyorum deyü, camiye giderken mahşer yerine gidiyorum deyü, Müezzin kamet edip cemaat saf saf olurken, bu insanlar mahşer yerinde yüz yirmi saf olup, seksen safı bizim Peygamberimiz ve kırk safı sâir peygamberlerin ümmetleri olsa gerektir deyü, İmama uyduktan sonra imam Fatha-yı Şerifeyi okurken sağımda Cennet, solumda Cehennem, ensemde Azrail, karşımda Beytullah, önümde kabir, ayağımın altında Sırat, Acaba benim suâlim âsan (kolay) olur mu, ettiğim ibadet ahirette başıma taç ve yanıma yoldaş ve kabrimde çerağ olur mu? Yoksa kabul olmayıp eski bez gibi yüzüme vurulur mu deyü tefekkür etmek gerek.”
Bu tarifin üzerine söz söylemek, sözün güzelliğine hakaret belki de... Gelin biz de susalım ve tefekkür edelim. Milli Gazete
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder