21 Haziran, 2007

Hz. Peygamber (s.a.v.) En Büyük Nimetlerden Birisidir

Hz. Peygamber (sav) Efendimiz, en büyük nimetlerden birisidir
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Cenab-ı Hakk’ın insanlara bahşettiği en büyük nimetlerinden birisidir. Çünkü ALLAH, O’nu bir ümmete ve millete değil, bütün insanlığa, “Bir şâhid, bir müjdeci ve korkutucu ve ALLAH’a O’nun emri ile bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak” göndermiştir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine ALLAH’ın ayetlerini okuyan, kötülüklerden ve inkârdan kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle ALLAH, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmran Süresi: 164) Yüce Rabbimiz, kendimizden, bize bizden daha çok acıyan, saadetimize çalışan Resulullah (S.A.V.) Efendimizi göndermekle, bize en büyük lütufda bulunmuştur.
O Peygamber ki, bize doğru yolu gösterdi. Putlara tapmanın, ALLAH’a şirk koşmanın, ALLAH’a yapılacak ta’zimi yaratıklara, canlı ve cansız varlıklara yapmanın sapıklık olduğunu bildirdi.
O Peygamber ki, bize, hidayet rehberi olan, bizi karanlıktan aydınlığa, hurafattan hakikate, vahşetten medeniyyete, esaretten hürriyete, cehaletten ilme kavuşturan Kur’an-ı Kerim’i öğretti.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bütün kemal ve güzellikleri kendisinde toplamış, ahlak ve fazilet örneği mübarek ve muhterem bir şahsiyettir.
O’ndan önce ve sonra da böyle bir kimse gelmemiş ve gelmeyecektir. İslam dininin kısa zamanda cihanşumûl bir din haline gelmesi ve gönüllere taht kurması, onu tebliğ eden peygamberin ne yüksek ahlaka sahip olduğunu gösterir. Bütün insanlık O’nun yolunda gitmedikçe istenen huzur ve selamete erişemeyecektir.
O’nun için gerek ferd ve gerekse cemiyet olarak huzur, barış ve selamet istiyorsak O’nun yoluna toptan girmeli, O’nun izinde gitmeli ve neslimize bunu aşılamalıyız. Çünkü gerçek mutluluk O’nun yolundadır.
İşte bizler, ferdi ve ailevi hayatımızda, içtimai münasebetlerimizde Rabbimizin seçtiği bu şanlı Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin önderliğinde yaşamakla mükellefiz. Mü’min olarak yaşamak, Müslüman olarak can vermek isteyecek her ferdin yegane hayat önderi Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizdir. O’na iman bunu gerektirir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizi hayatımızın her noktasında kendimize örnek edinmeliyiz. O’nu örnek almak: O’nun getirdiği inanç sistemine sahip çıkmak ve hayatımıza tatbik etmemizle mümkün olacaktır. Bildiğiniz gibi O yaşayan bir Kur’an-ı Kerim’di. O’nun getirdiği değerleri tatbik edenler Kur’an-ı Kerim’in emirlerini yerine getiriyor anlamıyla eşdeğerdir.
İnsanlığın her zaman ve mekanda Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin tebliğ ettiği ilahi mesaja ve bu mesajın hayata geçi geçirilmiş şekli olan O’nun sünnetine ihtiyacı vardır. Çünkü İslam, sadece Kur’an-ı Kerim’den ibaret değildir. O, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin şahsında açıklanmış, hayata geçirilmiş ve bizzat O’nun öncülüğünde kurumlaşmış bir dindir. ALLAH Resûlü, bir taraftan Kur’an-ı Kerim’i tebliğ etmiş, bir taraftan O’nu açıklamış ve uygulamaya koymuş, diğer taraftan da Kur’an-ı Kerim’in değinmediği konularda tamamlayıcı rol üstlenmiştir. Bu açıdan, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin ve dolayısıyla sünnetin dinde önemli bir yeri vardır. O’nun bu konumu, Kur’an-ı Kerim’de çeşitli açılardan dile getirilmiştir. Buna göre; bazen Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimize mutlak itaat etmeyi, O’na karşı çıkmamayı, O’nun verdiği hükümlere boyun eğmeyi emreden, bazen O’nun Kur’an-ı Kerim’i açıklamakla yükümlü olduğunu bildiren, bazen haram ve helal kılma yetkisine sahip olduğunu belirten, bazen de müslümanların uyması gereken güzel bir örnek olduğunu gösteren ayet-i kerimelerin Kur’an-ı Kerim’de yer aldığı görülür.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu ayet-i kerimeler açıkça gösteriyor ki, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz olmadan, Kur’an-ı Kerim’i anlamak, dini tam olarak uygulamak mümkün değildir. Ayrıca, Kur’an-ı Kerim’i açıklama ve yürürlüğe koyma yetkisini Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimize tanımak ya da tanımamak, insanlara değil, yalnızca ALLAH’a ait bir yetkidir. Bu yetkiyi, Peygamberine bizzat Cenab-ı Hak tanımıştır.
Bu bakımdan şu veya bu gerekçelerle sünneti reddedip, İslam’ın sadece Kur’an-ı Kerim’le anlaşılması gerektiğini savunanların iddiası dün olduğu gibi, bugün de önyargılı ve gayrı samimi bir anlayışın ürünü olmaktan öteye geçemez. Şurası muhakkak ki, bir müslüman için, dini ve dünyevi ayrımı gözetmeksizin Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin örnekliği kaçınılmazdır. O’nun gönderiliş gayesi, kendisine verilmiş olan risalet görevinin insanlığa ulaştırılması ve bu amaç doğrultusunda bir toplumsal yapının kurulmasıdır. Bu amaçla söylediği sözler ve yaptığı uygulamalar, kimi zaman farz, kimi zaman haram, kimi zaman müstehab, kimi zaman da mübah diye nitelendirilen hükümlere kaynaklık etmektedir. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’in buyrukları doğrultusunda, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimize itaatin ve O’nu örnek edinmenin bir gereğidir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünnetini bir kenara bırakarak İslam’ı kamil manada yaşamak mümkün değildir. Sünnet İslam’ın vazgeçilmez bir unsurudur. Eğer sünneti bir kenara bırakırsanız, Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetini tatbik edemezsiniz. Kur’an-ı Kerim’i en iyi anlayan ve hayatına tatbik eden Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizdir. O’nun fiil ve davranışlarında verilen mesajları bizler hayatımıza şiar edinir ve uygularsak, Kur’an-ı Kerim’i hayatımıza tatbik etmiş oluruz. Bu sebeple Sünnetin dışında bir İslam düşünmek mümkün değildir.
Mehmet Talü/ Milligazete
şehvar 2

Hiç yorum yok: