03 Şubat, 2010

Mektuplaşma

Saygıdeğer dostum,

Samimi düşünceleriniz için teşekkür ederim. Yazmak konusunda istekli fakat gayretli ve başarılı değilim. Yazabilmek için çok uğraşıyorum. Karşımda, beni nasıl dolduracaksın der gibi duran ter temiz beyaz sayfadan nasıl korktuğumu anlatamam. Kelimeler bana, kaşlarını çatmış, haylaz bir çocuk gibi davranırken, bense onlarla, dost olup güzel bir oyun kurmak için uğraşıyorum.

Uslübum konusunda söylediklerinizde hem fikir değiliz. Yazma alışkanlığım hep aynıymış gibi geliyor. Ama sizin düşüncelerinizi de elbette dikkate alacağım.
Öyle sanıyorum ki, ikinci okurumu da kazandım. Teşekkür ederim. Yazmaya niyetliyim ama yazabilecek hiçbir şeyim de yokmuş gibi geliyor. Yazabildiğim her metnin sonrasında “bir daha yazamam” düşüncesinin zihnimde hâsıl olmasına engel olamıyorum. Bu iyi midir kötü mü bilmiyorum ama daha çok çalışmam ve bir o kadar da sabırlı olmam gerektiğini biliyorum. Bunları şikâyet olarak değil de, size ve kendime, acemiliğimi tekar tekrar hatırlatmak, hatta hiç unutturmamak için yazdım.

Çalışmanın sonda ortaya çıkan metni seviyorum. Ama bunun oluşma süreci beni çok yoruyor. Ömer Seyfettin'ne göre, bu iyi. Söz ettiğiniz metni ben de beğeniyorum. Çünkü orada anlatmak istediğim şey güzeldi. Yazılarım böyle olacaksa yazabilmeyi isterim. Asıl memnun etmek istediğim malumdur sanırım. Hayırlısı neyse o olsun istiyorum.


“-Exuperyvari yazmış olduğunuz kale tadındaki…" kendimi "yazar"mış gibi hissetmemi sağlıyorsunuz. Bu kompliman karşısında mahcubum.

Ben sevmesem de, sizin sevdiğinizi biliyorum, aklıma geldi ve mektupla birlikte size bir Cemil Meriç kitabı gönderdim. Aslında yazmaktan çok okumayı seviyorum. Elimin altında iyi kitaplar varken ve zahmet çekmeden onları okuyabilecekken, yenisini ve mevcut olandan daha iyisini yazmakla uğraşamayayım diye aklımdan geçmiyor da değil. İşin kolayına kaçmak mı bu; eğer çalıştığında ortaya güzel metinler çıkıyorsa, sanırım evet.

Neden olduğunu bilmiyorum ama sizin bana karşı bir kırgınlığınız olduğu vehmindeyim. Edebiyat ikimizin de ilgi alanı. Bu konuda benden daha iyisiniz, bundan dolayı sanırım sizi fazlaca rahatsız ediyorum. Gerekli, gereksiz sorularımla, bazen de ters davranışlarımla sizi üzmüş olabilirim. Amacım sadece bilgi ve tecrübenizden yararlanmaktır.
Rahatsızlık vermek konusunda kendimi savunmak gibi bir hakkım yok ki; ilk baştan beri, rahatsızlık veren benim, tekrar, tekrar ve tekrar...

“-Benim yapmış olduğum bir hatadan dolayı böyle düşünüyorsunuz…” diye yazmışsınız. Nasıl yaptıysam, bana karşı bir kusur işlemiş olabileceğinizi size düşündürmüşüm, benden özür diliyorsunuz. Sizin kusurunuz; bana gösterdiğiniz nezakettir. Aslında şımarık ve eziyet eden biri de değilim. Belki de ne yaptığımı bilmiyor gibiyim.


“-Bir soru, ilk adımı atan kim? her zaman her zaman” demiştim, sizin buna verdiğiniz latif cevap ise, kendime karşı bir suçlama ya da sitemin olup olmadığıydı. Belki de haklısınız. Ben yalnız kendi adıma sizi yoruyor olmaktan çekiniyorum. Ama bana göstereceğiniz her türlü yardıma ihtiyacım olduğunu bildiğim için de yazmaktan geri duramıyorum.
Göstermiş olduğunuz tahammül karşısında, dilimin tutulması gerekiyor. Ama ben nedense daha geveze olduğumu düşünüyorum. Siz ise bana, gevezeliğimin sadece iki satır olduğunu söylüyorsunuz. Uzun uzun konuşamadığım gibi yazamam da. Halbuki ne çok isterim, konuşmayı ve yazabilmeyi.
Çok kelimesini kullanırken dikkatli olunması gerektiğini de biliyorum. Bazen, mesela "çok üzüldüm" diyorum sonra düşündüğümde, üzüldüğümü ama çok olmadığını görüyorum. Kelimeleri israf etmek, gerektiğinde onların yerine kullanılacak kelimeyi bulamamak, beni korkutuyor.

Bunu söylemekten hicap duyuyorum ama yazışmalardan memnunum. Çünkü; yazmak konusunda tembellik yapmamamı ve olgunlaşmamı sağlıyorlar.


Size yine yazacağım. Zamanı, kalemi ve kelimeleri israf etmeden. İyi günler.



Her daim dostunuz







<><><><><><>



Şehvarda bu ay yine güzel konulara yer vermeye çalıştım. Namazın hayatımızdaki yerini farklı bir şekilde Kâmil Yeşil’den, unutulan bir dostu Zeki Bulduk’tan, unutulmaz sevgiliyi de Mevlüt Özcan’dan okuyalım. Nuri Balkanoğlu’yla da aynı konuyu seçmemiz ne güzel bir tevafuk. Gayret bizden yardım Allah’tan.

Hiç yorum yok: