10 Ekim, 2012

Dergimiz!?.

“Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahta boşluğa
Saatler çalışır izinsiz hep bir sonraya” / Bülent Ortaçgil 

Editörden

Hayat; hep renkli ya da siyah beyaz bir fotoğraf karesi gibi kalabilir mi?


Ne yazacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Sadece "zaman"ın yapmak istediklerimi sürekli bir sonraki saate, güne, haftaya, aya, yıla, yıllara ertelerken geçtiğini biliyorum; hiçbir şey yapmadan öylece seyrederken, pişman olacağımı, bunu yapmanın ne kadar anlamsız olduğunu bilerek üstelik.
Aslında bilmek de işe yaramıyor, illa ki kafama dank etmesi gerekiyor! Beni kendime getirecek, anlamadığım şeyleri anlamamı sağlayacak o darbenin "ölüm" olmasından korkuyorum. Bunu, yani ölümü bile düşünmeme rağmen hala kafama dank eden bir şey yok! Yapmam gereken birçok şey var, üstelik yeterli "zaman" da var fakat hala beklemedeyim. Bu arada bekleyen derviş de yalan oldu…


Yeni sayıyı hazırlarken ne kadar çok "zaman" geçtiğini farkedince yine suçluluk duyuyorum fakat bu dergi size ulaşğında bunun hayata sunduğum bir artı olduğunu düşünerek avunuyorum.


İlk cümleye gelince,  yazıyla olan ilgisini ben de anlamadım. Başka bir yazının ilk cümlesi olabilir. Alakasız kaldı ama az da olsa kalabalık yaptığı için kendisine teşekkür ediyorum.


Ama Sen İnsansın - Kale / Saint-Exupéry

Nesnelerden değil, nesnelerin anlamından gelen bu ışığı görmüyorsan, hiçbir şey umma. Ve seni kapının önünde buluyorum gene.
“Ne yapıyorsun burada” diyorum.
Bilmiyorsun, yaşamdan dert yanıyorsun.
“Yaşam bana hiçbir şey getirmiyor artık. Karım uyuyor, eşeğim dinleniyor. Buğdayım olgunlaşıyor. Alışça bir bekleyiş olup çıktım, sıkılıyorum.”

Derindekini okumasını bilmez olmuş, oyunsuz çocuk. Yanına oturuyorum, ders veriyordum sana. Yitirilmiş zamana batmışsın, hiç oluşmamanın bunalımı kuşatmış seni.
Çünkü başkaları “Bir erek olmalı” derle. Sana yavaş yavaş denizin kefeninden sıyrılan bir kıyı yaratan yüzmen güzeldir. İçilecek suyu yaratan gıcırtılı makara da öyle. Kara toprağı sürmenin kıyısı olan altın rengi buğday da öyle. Ev aşkının kıyısı olan çocuğun gülümsemesi de öyle. Şenlik için ağır ağır dikilen altın işlemeli giysi de öyle. Ama kolu sırf makaranın sesi için çevirirsen, giysiyi giysi için dikersen, sevişmek için sevişirsen, kendi kendinde ne olursun ki? Çabucak tükeniverir bunlar, çünkü sana verecekleri hiçbir şey yoktur.

Ama insan niteliği kalmayanları kapattığım zindan konusunda söyledim. Kazma vuruşlarının değeri kazmayı aşmaz. Bir kazma vuruşunun ardından bir başka kazma vuruşu gelir. Özlerinde hiçbir şey değişmez. Kendi çevresinde dönen, kıyısız yüzme. Yaratma diye bir şey yoktur, herhangi bir ışığa doğru yol değildirler. Ama bir de aynı güneşte, aynı çetin yolda, aynı alın teriyle yılda bir kez arı elması çıkarma olanağın bulundu mu ışığında dindar oluverirsin. Çünkü türü değişir çabanın, kazma vuruşunun anlamı elmas olur. İşte ağacın barışı ve yaşamın anlamı, seni kattan kata Tanrı’ya yükseltmek olan anlamı içindesin.

Buğday için toprağı sürer, bayram için giysi dikersin, elmas için taşları, toprakları ayıklarsın. Mutlu bulduğun kişilerin nesneleri birbirine bağlayan Tanrısal düğümü bilmekten başka neleri var senden başka.

Hiçbir şeyi kendine göre değiştirmezsen, huzuru hiçbir zaman bulamazsın. Taşıt yol ve ulaşım olamazsın. Ancak o zaman kan dolaşır imparatorluğun damarlarında. Ama sen din için olan bir şeyi koparmaya kalkıyorsun dünyadan. Ama hiçbir şey olmadığın için, hiçbir şey bulamayacaksın. Nesneleri dağınık olarak çöp kutusuna atıyorsun.

Sana benzeyecek bir meleği bekler gibi, dışarıdan gelecek belirtiyi bekliyordun. Ama komşunun gelişinden fazla ne elde edebildin onun gelişinden? Bense o anda benzer görülmekle birlikte, hasta çocuğa doğru yürüyenle sevgiliye doğru yürüyenin, sevgiliye doğru yürüyenle boş eve doğru yürüyenin hiç de aynı olmadıklarını anladığım için, var olan nesneleri aşarak buluşma ya da kıyı olurum ve her şey değişiverir. Toprağı sürmenin ötesinde buğday, çocuğun ötesinde insan, çölün ötesinde çeşme, alın terinin ötesinde elmas olurum.

Seni sende bir ev kurmaya zorlarım. Hele bir ev yapılsın, içinde oturacak olanda gelir, yüreğini tutuşturur.

Propesto’nun Böylesi Ahiretzad Bunu Beğendi / Kevser Çakır

Yenibosna İstanbul Fuar Merkezi’nde 08-11 Nisan tarihleri arasında düzenlenen Tesettür Moda Fuarı’nın yapıldığı binanın önünde Pazar günü saat 14:30’da toplanan grup, “Teşhir için değil, Takva için örtü”, “Kapitalizmin nesnesi olmayacağız!”, “Uyan, Diren, Özgürleş!” sloganları attı.

İlk olarak Özgür-Der adına Zehra Çomaklı bir konuşma yaptı. Çomaklı; kadının tesettür algısı ile oynandığını, tesettürün ilk önce başörtüsüne indirgendiğini ve kadının insanın hazlarına yönelik bir obje gibi kullanıldığını ifade ederek, kapitalizmin dini kavramlar üzerinde yaptığı tahribatlara izin vermeyeceklerini ve tesettürün Müslüman kadının kimliği olduğu vurgusunu yaptı.

Daha sonra Özgür Açılım Platformu’nun hazırladığı bildiriyi Esra Aydın okudu.

Eylem boyunca “Müs-tekbir giyim”, “Tesettür ayeti’nin modası mı geçti?”, “(M)oda ne? Tektip(siz)leştirme”, “Tesettür ve moda; dam üstünde saksağan...”, “Kapitalizmin nesnesi değil, İslam’ın öznesi olacağız!”, “Do not be object of capitalism”, “ Tesettür algımızı örtemeyeceksiniz” yazılı dövizler taşındı. Eylem olaysız bir şekilde sona erdi.

Bildirinin tam metni;

Kapitalizm’in “Nesnesi” Ol-ma-ya-cığız!
بِسْمِ اللَّهِ ٱلرَّحْمـٰنِ ٱلرَّحِيمِ

Tesettür Moda Fuarı’nın 2.si 08-11 Nisan 2010 tarihinde İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleştiriliyor. Madem bizim adımıza birileri fuar düzenliyor o halde bizlere de cevap hakkı doğuyor:

Tüketimi kamçılayan, zenginliği, şatafatı idealize eden bir anlayış elbette ki Kur’an ve Sahih Sünnet’in vaaz ettiği bir anlayış değildir.

“Gösterişçi Dindarlık” olarak da tanımlanan bu durum, kendini tükettiği kadar istismar ettiği değerlerin de karalanmasına yol açmaktadır.

Bunun içindir ki, ziyafet sofralarında iftar açanların, "zekatımı da veririm keyfimi de sürerim!" diyenlerin ‘huzur İslamda’ söylemleri laftan ibarettir.

Tesettür ile ilgili inzâl olan Nur suresi 31.ayet-i kerimede “Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar” ibaresiyle, örtünmenin içeriğinin boşaltılmasının önüne geçilmiştir. (Diğerleri Nur 24:60; Ahzab 33:59)

Kadının cazibesini, örtülü olsa da, başka yollarla belli etmesini haram kılmıştır. Hele cazibeyi ve cinsel kimliğin toplumsallaşmasını önlemek için kullanılan örtünün kendisi süslerin belli olması için cazibe aracına dönüştürüldüğünde bu daha da çelişik ve gayri-islâmi bir durum ortaya çıkartmaktadır. “Adem oğulları, size, bedenimizi örtecek ve süsleyecek elbiseler hazırladık. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır. Bunlar, ALLAH'ın işaretleridir, olur ki öğüt alırsınız.” 7/Ar’af 26 ayet-i kerimesi de şeklen icrâ edilen örtünmenin ancak içeriği korunduğunda bir anlamı olacağına vurgu yapmaktadır.

Tesettür olarak tanımlanan İslami örtünme, Kadın’ın toplumdaki özgürlüğünü ve kişiliğinin var olduğunu simgeleyen bir semboldür. Tesettür, gösterişten uzak, dikkati şekille, renkle giyim, takı ya da cinsellikle değil düşünce ve emeğiyle var olmak demektir. Müslüman kadın bunu “Tesettür” ile sağlamaktadır. Kur’an’da “Takva Örtüsü” olarak betimlenen bu kimlik Şekil-Öz dengesini kuran bir hayat tarzının ilanıdır.

Dejenerasyon, öncelikle bütün bedeni kapsayan “Tesettür”’ün sadace “başörtüsüne” indirgenmesiyle başlamıştır. Başörtüsüne indirgenen örtünme daha sonra “Türban” adını alarak kullanılan bir aksesuar’a dönüştürülmüştür.
Türban modası, Müslüman kadının kimliğini kâr’a dönüştürme çabasındadır. Artık örtünmenin amacı “nasıl daha iyi Müslüman bir şahsiyet olurum?” sorusuna cevap aramaktan “nasıl daha güzel ve kadınsı görünürüm?” sorusuna dönüştürmektedir.

Kâr için kurgulanan reklam nesneleri ideal bir yaşam tarzını değil sadece daha çok para kazanmayı amaç edinirler.

Son yıllarda Türkiye’de gittikçe reklam edilen “Türban Modası”nı Küresel Kapitalizmin inanç istismarı olarak görüyoruz. Kapitalizm’in tek amacının daha fazla para kazanmak olduğu göz önüne alınırsa inançları sömürmesi daha net anlaşılabilir.

Kapitalizmin para ve tüketim için değersizleştirdiği, bir mal’a indirgediği tesettür, Türban modasının aksine az tüketime, sade yaşama ve insanlar arasında âdil paylaşıma/infâk’a çağıran giyim tarzıdır.

Türban Modasının ayartmasına kapılan dindarlara soruyoruz: Hz. Hatice, Hz. Fatımâ, Hz. Aişe, Hz. Sümeyye gibi Sahabi hanımlar, nasıl giyiniyordu? Onların hayat tazlarında lüksün, şatafatın, dünya malı biriktirmenin yeri neydi?

Filistin’de, Çeçenya’da, Afganistan’daki Müslüman hanımlar binbir türlü sıkıntı çekerken, Türkiye’de yüzbinlerce insan açlık sınırının altında yaşarken, bir çok işçinin asgari ücretinden bile fazla ücrete satılan pardesüler ve başörtüler takmak hangi vicdana hangi inanca uygundur?
Küresel Kapitalizm, Müslümanları “tüketici” bir av olarak görmeye devam edebilir. Ancak bizler tüm benliğimizle diyoruz ki Kapitalizmin nesneleştirerek sömürdüğü bir meta ol-ma-ya-ca-ğız!

Rüyalarımızı lüks ve şatafat, daha fazla dünya malı süslemeyecek. Hedeflerimizi kariyer budalalığı ve tüketim çılgınlığı değil, yaşanılabilir âdil bir dünyanın inşâsı belirleyecek. Bu sebeple “Tesettür Moda Fuarı” bizleri milyarlarca liralık harcamalarla içine çekmeye çalışsa da biz “alın modanızı başınıza çalın” diyor ve bu kapıdan içeri asla girmeyeceğimizi beyan ediyoruz!

Yoksulların gözlerindeki umut ışığı daha sâde yaşamayı ve paylaşmayı öğretiyor. Hayat Rehberimiz Kur’an’ın gösterdiği gibi: çünkü Âhiret var! / TIMETURK

Yazıkodu / Aysun E.

Bayramların, kandillerin dine değil de kültüre ait olduğuna inandım uzun yıllar, çünkü çocukluğumun Ramazanlarında oruçsuz bir ağız, secdesiz bir alın görmek mümkün değildi. Hepsi aynı kolinin içindeydi; röflelisi, yemenilisi, fularlısı, pipolusu, takkelisi, kasketlisi, keplisi... Sonra ne olduysa oldu, biri harç kardı, biri tuğlaları dizdi, önce duvarlar örüldü, sonra duvarlar yıkıldı, o önceki hal unutuldu gitti ve ben kendi yoksunluğum için değil, gelecek nesiller için endişelenmeye başladım.

Birkaç sene önceydi, Ramazan'dı, dışarıda yeniydim, yani sokağa çıkmaya yeni başladığım zamanlardı, bir başörtülü kadın elinde Kuranla minibüse bindi ve benden önce indi. O indiğinde önümde oturan kadın başladı konuşmaya, daha doğrusu kusmaya: “Bunlar kendilerini ne zannediyor, bu halde gezilir mi, sokağa çıkmasınlar, evlerinde otursunlar, midem bulanıyor bunları görünce...” ve daha neler neler. Susmuyordu.

Benim varlığımdan habersiz o karanlık gönlünce nice küfürler sayıyordu. Yanımdaki insanlar bana bakarak kadın adına utanıyor, ben gülümseyerek olur böyle şeyler manasına gelecek baş işaretleri yapıyordum, açıkçası onun çirkefine bulanmak istemiyordum.

İneceği yere gelince ayağa kalktı kadın, yanındakiler beni işaret ettiler, bak, arkanda da varmış öyle biri dediler, kadın inecek olmanın verdiği cesaretle son bir defa yüklendi ses tellerine: “Duysun, duysun da utansın!”. Utandım evet, onun adına gerçekten çok utandım. Bu olay pek sık andığım bir rezalet değil, zira nicesini yaşıyorum, ne de olsa Kadıköylüyüm.

Son zamanlarda bu anıyı gülümseyerek hatırlıyorum, neden mi: 1998 yılı Şubat ayında balkonlarına doğru sloganlar savurduğumuz İstanbul Üniversitesi'nin koridorlarında -gelecek nesiller dediğim o çocuklarla birlikte- gönlümce dolanırken bir zihniyetin yıkıldığını görüyorum ve  yeniden karşıma çıksa diyorum o kadın, karşıma çıksa ve ona sorsam: sahi, şimdi mideniz nasıl?

İbrahimce / Senai Demirci

İbrahimce duruş: Ateşin sönmesine bağlamak değil, ateşin yanmasında da bilmek kurtuluşu.

İbrahimce yanış: Ateşten önce teslim olmak Rabbe. Ateşten çok yanıp tutuşmak O’na teslim olmakta.

İbrahimce diriliş: Ateşe “yanmayı” öğretmek yanmayı göze alarak. Ateşe “yandığını” hatırlatmak, “serinlik ve selamet’i” bağrında göstererek.

İbrahimce okuyuş: Ateşe atanı da, ateşe atılanı da, ateşi de kaderin içinde okumak. “Sen attın. Sen attığında, Sen değilsin atan; Allah’tır atan!” dedirtmek Nemrut nefsine.

İbrahimce yöneliş: Günahsızlık değildir ateşten kurtaran; günahın ortasında “serinlik ve selamet” olan rahmetten ümitlenmektir. Günahım var diye hepten yanacağını sanan da, yanmamak için günahsızlığı şart koşanda “ateşin içindeki serinliği”, “günahın ortasındaki rahmeti” göremez.

İbrahimce biliş: Ne günahsızlığın kurtarır seni, ne günahkarlığın batırır. Aksine; günahsızlığınla övünürsen yandın; günahın mahcubiyeti ile yanarsan kurtuldun.
                          ********
Hz.İbrahim (a.s), Nemrud’un mancınığından fırlamış ateşe doğru uçmaktadır.

ALLAH (C.C.) Hz. Cebrail'e emreder:
''Yetiş, dostumu kurtar da ateşe düşmesin''der.
Cebrail yetişir.
Hak dostunu tutar. Hz.İbrahim ise kaşlarını çatarak sorar:

''Benim bu halimden O'nun haberi var mı?''
''Evet''der, Cebrail.
Bu cevap üzerine İbrahim; ''Öyleyse çekil aradan''diye devam eder.
Dost, bir kere daha dostluk sınavını başarıyla geçmiştir.
ALLAH(C.C.)bu kez ateşe emreder:

Biz “Ey ateş! Serin ol, İbrahim’e dokunma” dedik. (Enbiya-69)
İbrahim ayağını bastığı anda ateş, bir gül bahçesine dönüşür.

Tasavvuf Ve Tarikat / Mehmet Şevket Eygi

Tasavvuf ve tarikat İslam'ı Kur'ana, Sünnete ve Şeriata göre aslına uygun şekilde dosdoğru yaşamak demektir.

Allah'ı zikr etmek demektir ki, bu farzdır. Başta beş vakit namaz olmak üzere ibadetleri dosdoğru bir şekilde eda etmektir. Bu da farzdır. Resulullah Efendimizi (Salat ve selam olsun ona) kendisine en büyük örnek ve model olarak kabul edip onun izinden gitmek, Sünnetine yapışmak, onun gibi güzel ahlaklı olmak için var gücüyle çalışmak demektir ki, bu da farzdır. Evet tasavvuf öncelikle farzları, onlardan sonra müekked sünnetleri, nafileleri, dinimizin güzel gördüğü iyi işleri yapmaktır.

Tasavvuf haramlardan kaçınmaktır. Gerçek sûfiler yalan söylemez, verdiği sözden dönmez, emanete hıyanet etmez. Onlar gıybet etmez, nemime yapmaz, diğer lisan afetlerinden uzak durur. Gıybet eden, insanlara diliyle zarar veren kişiler, zahiren sûfi gibi görünseler de onlar sahte ve yalancı sûfilerdir ve kesinlikle tasavvufu ve tarikati temsil etmezler.

Anadoluya İslam ve Tevhid tasavvufla girmiştir. Osmanlı devlet-i islamiyesi bir Şeriat-Tarikat devletiydi. Bu ülkede tasavvufu ve tarikati yıkmaya çalışanlar, bilerek veya bilmeyerek İslam'ı yıkmaya çalışıyor.

Tasavvuf ve tarikat düşmanları kimlerdir? Osmanlı devletine ve İslam hilafetine isyan etmiş Vehhabîler. Ehl-i Sünnete karşı olan Râfızîler. Gercek İslamı kaldırıp yeni bir din türetmek isteyen Reformcular, Yenilikçiler, Değişimciler. Mason Afganî'nin ve Abduh'un taraftarları. Kemalistler. Mezhepsizler ve Telfik-i Mezahib taraftarları.

Dikkat buyurursanız Türkiye'deki tasavvuf düşmanlarının en fazla İmamı Âzam Ebû Hanife hazretlerine saldırdıklarını görürsünüz. Çünkü ülkemiz Müslümanlarının mezhep imamı o muhterem zattır. O, hem itikatta ilk imamızdır. Hem Şeriat ve fıkıhta. Hem de tasavvuf boyutunda. O ibadette, zühd ve takvada, yüksek ahlakta, fazilette, İslam'ı yaşamakta bütün Müslümanlara örnek olmuştur. Kendisi Ehl-i Beyt imamlarından Câfer-i Sâdık hazretlerine intisablı idi.

Bütün Ehl-i Sünnet kardeşlerime sesleniyorum:
Tasavvuf ve tarikat düşmanlarının tuzaklarına düşmeyiniz. İslam'ı en iyi ve doğru şekilde yaşamak gerçek tasavvufla olur. Gerçek tasavvuf Şeriattan kıl kadar ayrılmaz.
Gerçek mürşid-i kâmiller, gerçek şeyhler, gerçek dervişler ve sûfîler; âbid, zâhid, muttaqi, müteverri, muhlis, mustakim Müslümanlardır. Onlar haram yemezler. Onlar halkın paralarını ve mallarını toplayıp zimmetlerine geçirmezler. Onlar hikmet sahibidir. Onlar âdildir. Onlar israf etmezler, lüks hayat sürmezler.

Bazı kötü örnekler yüzden tasavvuf ve tarikata cephe olmak zulümdür, büyük yanılgıdır, insafsızlıktır. Tasavvufa ve tarikata cephe almak, bindiği dalı kesmek demektir. Muhammed b. Abdülvehhab'a karşı kardeşi Süleyman b. Abdülvehhab reddiye yazmıştır.

Vehhabîlerin imam olarak kabul ettikleri İbn Teymiye'nin bile tasavufî tarafı vardır. Medreselerin kapatılmasından sonraki karanlık devirlerde bu ülkede Tevhid, Kur'an, Şeriat hizmetlerinin büyük bir kısmını mutasavvıflar ve tarikat erbabı yapmıştır.

Medreselerin ve tasavvuf tekkelerinin kapatılması, büyük bir insan hakları ihlalidir. Bunların en kısa zamanda açılması gereklidir. Rejimden bağımsız bir İslam Teşkilatı kurulmalı, bünyesinde bir Meclis-i Meşayih olmalı ve tasavvufî faaliyetlerin Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun olmasını kontrol etmelidir. Tekkelerde yalan söylemeyen, emanete hıyanet etmeyen, vaadinden dönmeyen, eliyle ve diliyle insanları incitmeyen, haram yemeyen, saçı bitmedik yetimlerin ve fukaranın haklarına göz dikmeyen, el uzatmayan, beyinsizlik yapmayan olgun Müslümanlar yetiştirilmelidir.

Bugünkü fitne ve fesadın, kokuşmanın, tefrikanın ilacı gerçek tasavvuftur. İslam bu ülkeye tasavvufla gelmiştir. Tekrar yükselecek ve hakim olacaksa yine tasavvufla olacaktır. Sahtesi değil, gerçeği. Harakanî'lerin, Akşemseddin'lerin, Hacı Bayram'ların, Şaban-ı Veli'lerin, Aziz Mahmud Hüdai'lerin, Emir Sultan'ların, Mevlana'ların, Merkez Efendi'lerin, Sümbül Sinan'ların, Tokadî Emin'lerin ve onlar gibi olanların tasavvufu ve tarikati...
Onlar Kur'an, Sünnet ve Şeriat yolunda sabit-kadem idiler.
 **Yemek esnasında sükut edilmesi mekruhtur. Yemek yerken salih zatların menkıbeleri anlatılmalı, güzel bir şekilde konuşulmalıdır.
Hele misafirlerin yanında ev sahibinin fazla suskun olması hiç uygun değildir. Ev sahibi misafirlerin yanından ayrılmamalı, onların yanında hizmetçisine darılmamalı ve misafirlerine bizzat hizmet etmek güzelliğini de esirgememelidir. Yemek arasında misafirlerine israr etmeksizin “buyurunuz”demeyi de unutmamalıdır. Bu bir müstehaptır.
Allah Rasûlü(s.a.v),kapıların çalınmasına kadar her türlü teklifte üç kere ile yetinilmesini emretmiş, kendisi de gerekli gördüğü zaman emir ve sözlerini ancak üç kere tekrarlamıştır.
 **Ev sahibi kendilerine ziyafet verdiği kişiler ile beraber, onlara ağırlık verecek kimseleri bulundurmamalıdır. Misafirler de ev sahibinin rızası olup olmadığını bilmedikçe, başkalarını ziyafete beraberlerinde getirmemelidirler.Ve ziyafetten sonra da ev sahibinden müsaade istemedikçe ve “Allah’a ısmarladık”veya”Allah’a emanet olunuz”gibi bir duada bulunmadan çıkıp gitmemelidirler.
 **Yemeğe başlarken Besmele’yi sofra başında bulunanların işitebilecekleri bir şekilde okumalıdır. Bu bir telkin etme, bir hatırlatma demektir.Fakat yemek sonunda işitilecek bir ses ile “Elhamdülillah”denilmesi uygun değildir.Ancak sofrada bulunanların hepsi de yemeklerini bitirmişlerse o zaman denilebilir.
 **Yemeğe başlarken Besmele çekmek unutulursa, hatırlandığı zaman “Bismillâhi  evvelihî ve âhirihî”denilir.
 **Bir insan için kuvvetini arttırmak amacıyla doyuncaya kadar yiyip içmek mübahtır. Bundan fazla yiyip içmek ise haramdır. Bunun ölçüsü mideyi bozacağına kuvvetli zan oluşturacak miktardır. Bununla beraber,misafirlerine riayet için veya ertesi gün tutacağı oruca kuvvetli bulunmak için biraz fazla yiyip içmekte sakınca yoktur.
 **Yemekten önce ve sonra eller yıkanmalıdır. Rasûlullah(s.a.v)buyurdu ki:”Yemeğin bereketi ondan önce ve sonra elleri yıkamaktır.”
 **Yemek sağ elle yenmelidir. Rasûlullah(s.a.v) Efendimiz, yemekte bu edebe uyulmasını sıkça tenbih ederdi.(Şeytanın sol eliyle yiyip içtiği de hadislerde bildirilmektedir.)
 **İlim, salahat veya yaşı sebebiyle saygın durumda olan kimseden önce yemeğe başlamamak edeptendir.
**Diğerleri de ona uymak zorunda kalacaklarsa, yemeği çabuk bırakmamak, daha fazla yemek istemiyorsa bile yermiş gibi oyalanmak  edeptendir. Başkalarının doymasını sağlamak için biraz fazla yemekte de beis yoktur.Özellikle yemek sahibi bu edebi gözetmelidir.
 **Yemek yiyen kişinin ağzına bakmamak lazımdır. Çünkü bu bazılarını utandırır, bazılarını da kızdırır.
 **Yemek birkaç çeşitse  ev sahibinin en lezzetli ve makbul olanını önce getirmesi edeptendir. Çünkü bu sonraya bırakılırsa, daha önce doymuş olanlar, onu da yeseler fazla yemiş olurlar, yemeseler onda gözleri kalır.Mevcut bütün yemek çeşitlerini birlikte takdim etmek en iyisidir.Önceki müslümanlar da böyle yaparlardı.Bu yapılmadığı takdirde,yemek listesini başta açıklamakta yarar vardır.
 **En üstün yemek et ve etli yemeklerdir.
 **Misafiri kapıya kadar uğurlamak edeptendir.
 **Çarşıda ve açık yerde yemek yemek mürüvvetsizliktir. Aynı yemeği bulamayan veya tamamen aç olan kimseler için, yemek yiyenlerin manzarası bir fitne ve işkencedir.
 **Yemek ve ziyafet vermekte olduğu gibi, yemeğe ve ziyafete icabet etmekte de maksat ve niyet, nefis ve mideye hizmet olmamalı, Allahu Teâla’nın hoşnutluğunu kazanmak ve O’nun rasûlüne uymak olmalıdır.Çünkü birinci halde bu işler basit dünya işleri iken,ikinci halde ahirete yönelik salih amellerdir.Niyet adetleri ibadete çevirir.Ancak haram işlerde niyet geçersizdir.Bu sebeple,örneğin misafirini memnun etmek niyetiyle onlara içki içirmek,kişiyi günaha girmekten kurtarmaz.Niyet ibadeti de adete çevirebilir.Örneğin orucu perhiz niyetiyle tutmak,namazı spor niyetiyle kılmak,bu ibadetleri sevabı olmayan adetler haline getirir.
 **Şöyle denilmiştir:”O kimsenin davetine icabet et ki, onun yanında senin kendi rızkını yediğini düşünür ve kendisini bu rızkın ulaşmasında sadece bir aracı olarak görür.”
 ** Pir-i  Gavsu-l Azam Eş-şeyh Es-seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri şöyle buyuruyor: “Bütün amelleri araştırdım.Yemek yedirmekten daha faziletli,güzel ahlaktan daha şerefli bir amele rastlamadım..” 
 **Peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v) Efendimizin Yemek Duası: Yanınızda oruçlular yemek yesin, yemeğinizden iyiler yesin, üzerinize melekler dua etsin.

-Kırkambar-

Bitki Çayları:

Özellikle kış mevsiminde çok fazla tüketilen ıhlamur, kekik, kuşburnu ve ada çayı gibi bitkisel çayların dakikalarca kaynatılmasının yanlış olduğu, bu şekilde yapılan çaydan içindeki yararlı maddelerin ölmesi nedeniyle gerekli faydanın alınamayacağı bildirildi.
Sivas Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü İhsan Aslan, yaptığı açıklamada, havaların soğumasıyla birlikte vatandaşların bitkisel çaylara yöneldiğini söyledi.
Zaman Gazetesi'nin haberine göre, bitki çaylarından gerekli faydayı alabilmek için bir defa demlenip tüketilmesi gerektiğini vurgulayan Aslan, özellikle kış hastalıklarından korunmak isteyenlerin bitki çaylarını tercih ettiğini, 'doğru bilinen yanlışlar' nedeniyle birçok kişinin bu çaylardan gerekli faydayı göremediğini ifade etti.
-'Siyah çayı açık ve şekersiz tüketin'-  Bitki çaylarının yanı sıra siyah çayın da Türk toplumunda fazla miktarda tüketildiğini belirten Aslan, çayın açık ve şekersiz tüketilmesine dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı.
'Çay, kalp krizi riskini azaltır. Cildi temizler, kan dolaşımını hızlandırır, uyarıcıdır. Zihin açar, uyku açıcıdır. Vücut ihtiyaç duyduğu sıvıyı almış olur, böbrek açısından faydalıdır. Yapılan araştırmalarda kansere de iyi geldiği biliniyor. Sıcak içildiği zaman vücudu rahatlatıcı ve dinlendirici özelliği vardır. Çayın bir de antioksidan özelliği vardır. Vücutta bir nevi mikrop öldürücü gibi çalışır. Fazla çay tüketimi sağlık açısından faydalı ama açık ve şekersiz tüketilmesi gerekiyor. Çok demli içildiği taktirde demir bağlayıcı özelliği aktif hale gelir ve kandaki demiri bağlar. Açık çay istenildiği kadar içilebilir. Mevcut şekerler kimyasal işlemlerden geçmiş beyaz şekerlerdir. Vücut şeker ihtiyacını günlük tükettiğimiz meyveler olsun, ekmek olsun buralardan karşılayabiliyor. Uzak durulması gereken üç beyazdan birisidir.'


Namaz Ve Sağlık:

Günümüzde plastik eşyalar (giysiler, halılar, çeşitli ev aletleri) vasıtasıyla vücudumuzda statik elektrik bolca birikmekte, namaz abdesti almak ve namaz kılmakla,bu elektrikten  ve onun verdiği gerilimden kurtulunmaktadır. Beyin damarları ve beyin dokusu namaz sırasında(özellikle kıyam ve secdede) daha iyi oksijen alır. Tadili erkana(disipline) dikkat edilerek kılınan namaz sırasında gözler adeta akomodasyon egzersizi yapar.  Bu egzersiz sonunda göz lensinin beslenmesi hızlanır. İçindeki artıklar dışarı atılır. Böylece lens sağlıklı kalır. Bu egzersizler, göz içi basıncını da etkiler. Kişiler katarakt ve glokom hastalıklarından bir nebze korunmuş olurlar. Namaz sırasında kıyam ve secde yapılırken kalbin sistolik ve diyastolik basıncı değişir, fakat kalpten pompalanan kan miktarı değişmez. Böylece namaz sırasında kalp izometrik egzersiz yapar.