Nesnelerden değil, nesnelerin anlamından gelen bu ışığı görmüyorsan, hiçbir şey umma. Ve seni kapının önünde buluyorum gene.
“Ne yapıyorsun burada” diyorum.
Bilmiyorsun, yaşamdan dert yanıyorsun.
“Yaşam bana hiçbir şey getirmiyor artık. Karım uyuyor, eşeğim dinleniyor. Buğdayım olgunlaşıyor. Alışça bir bekleyiş olup çıktım, sıkılıyorum.”
Derindekini okumasını bilmez olmuş, oyunsuz çocuk. Yanına oturuyorum, ders veriyordum sana. Yitirilmiş zamana batmışsın, hiç oluşmamanın bunalımı kuşatmış seni.
Çünkü başkaları “Bir erek olmalı” derle. Sana yavaş yavaş denizin kefeninden sıyrılan bir kıyı yaratan yüzmen güzeldir. İçilecek suyu yaratan gıcırtılı makara da öyle. Kara toprağı sürmenin kıyısı olan altın rengi buğday da öyle. Ev aşkının kıyısı olan çocuğun gülümsemesi de öyle. Şenlik için ağır ağır dikilen altın işlemeli giysi de öyle. Ama kolu sırf makaranın sesi için çevirirsen, giysiyi giysi için dikersen, sevişmek için sevişirsen, kendi kendinde ne olursun ki? Çabucak tükeniverir bunlar, çünkü sana verecekleri hiçbir şey yoktur.
Ama insan niteliği kalmayanları kapattığım zindan konusunda söyledim. Kazma vuruşlarının değeri kazmayı aşmaz. Bir kazma vuruşunun ardından bir başka kazma vuruşu gelir. Özlerinde hiçbir şey değişmez. Kendi çevresinde dönen, kıyısız yüzme. Yaratma diye bir şey yoktur, herhangi bir ışığa doğru yol değildirler. Ama bir de aynı güneşte, aynı çetin yolda, aynı alın teriyle yılda bir kez arı elması çıkarma olanağın bulundu mu ışığında dindar oluverirsin. Çünkü türü değişir çabanın, kazma vuruşunun anlamı elmas olur. İşte ağacın barışı ve yaşamın anlamı, seni kattan kata Tanrı’ya yükseltmek olan anlamı içindesin.
Buğday için toprağı sürer, bayram için giysi dikersin, elmas için taşları, toprakları ayıklarsın. Mutlu bulduğun kişilerin nesneleri birbirine bağlayan Tanrısal düğümü bilmekten başka neleri var senden başka.
Hiçbir şeyi kendine göre değiştirmezsen, huzuru hiçbir zaman bulamazsın. Taşıt yol ve ulaşım olamazsın. Ancak o zaman kan dolaşır imparatorluğun damarlarında. Ama sen din için olan bir şeyi koparmaya kalkıyorsun dünyadan. Ama hiçbir şey olmadığın için, hiçbir şey bulamayacaksın. Nesneleri dağınık olarak çöp kutusuna atıyorsun.
Sana benzeyecek bir meleği bekler gibi, dışarıdan gelecek belirtiyi bekliyordun. Ama komşunun gelişinden fazla ne elde edebildin onun gelişinden? Bense o anda benzer görülmekle birlikte, hasta çocuğa doğru yürüyenle sevgiliye doğru yürüyenin, sevgiliye doğru yürüyenle boş eve doğru yürüyenin hiç de aynı olmadıklarını anladığım için, var olan nesneleri aşarak buluşma ya da kıyı olurum ve her şey değişiverir. Toprağı sürmenin ötesinde buğday, çocuğun ötesinde insan, çölün ötesinde çeşme, alın terinin ötesinde elmas olurum.
Seni sende bir ev kurmaya zorlarım. Hele bir ev yapılsın, içinde oturacak olanda gelir, yüreğini tutuşturur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder